Dünya Sarayından Cennet Köşklerine

Kapak Dosya – Derya Fıçıcı / 2018 Aralık / 73. Sayı

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…

Süleyman aleyhisselâm Rabbine şöyle niyaz etti:

“Süleyman: “Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Sen şüphesiz daima bağışta bulunansın.” dedi.” [1]

Süleyman aleyhisselâm Rabbinden, daha önce diğer insanların görmediği, bilmediği bir hakimiyet istemişti. Rabbil Alemin, peygamberinin bu duasını kabul buyurdu ve O’na bilinenin, alışılanın dışında, hiç kimseye verilmemiş özel bir hakimiyet bahşetti.

“Bunun üzerine Süleyman’ın buyruğu ile istediği yere kolayca giden rüzgârı emrine verdik. Bina ustalarını ve dalgıçlık yapan şeytanları da emrine verdik. Demir zincirlere bağlı diğer yaratıkları da onun emrine verdik.” [2]

Bu ayetlerden anlıyoruz ki, yeryüzünde hiçbir sultana verilmemiş olan saltanat, Süleyman aleyhisselâm’a Rabbi tarafından verilmişti. O’nun hizmetkarları insanlar değildi. O’nun emrinde insanlardan oluşan ordular değil, O’nun saltanatının gücü, demir yığınlarından oluşan uçaklar, silahlar değil, rüzgarlar emrindeydi. Bilmediğimiz görmediğimiz başka alemlerden yaratılmışlar O’nun emrine verilmişti.

Süleyman aleyhisselâm Rabbine şu duayla niyaz etti: “Süleyman, karıncanın dediklerini işitince gülümseyerek dedi ki: “Ya Rabbi gerek bana ve gerekse ana babama bağışladığın nimetlere olanca gücümle şükretmemi ve hoşnut olacağın iyi işler yapmamı nasip eyle, rahmetinle beni iyi kullarının arasına kat.” [3]

Bu nimetler, Süleyman aleyhisselâm’ın kalbine yalnızca Rabbine karşı tevazu ve hamd sözlerini bıraktı. Rabbinin verdiği bu nimetleri, saltanatı O’nun yolunda kullandı. Salih ameller işledi, Rabbinin rızasını kazandı ve O’na hamd etti.

Süleymanaleyhisselâmın orduları, cin, insan ve kuşlardandı. Bu orduları karıncalar dahi tanıyor ve birbirlerine şöyle sesleniyorlardı: “Ordu karınca vadisine vardığında ordudaki karıncalardan biri “Ey karıncalar yuvalarınıza giriniz ki, Süleyman ve ordusu farkında olmadan sizi çiğnemesin.” dedi.” [4]

Öyle bir saltanat ki, yeryüzünde gezen karıncalar dahi bu saltanatı tanıyıp ondan çekiniyor ve bu saltanatın sahibi, Allah’ın kendisine bahşettiği ordularla birlikte yeryüzüne tevhid dinini yayıyor. Halkları, bir ve tek olan Allah’a boyun eğmeye davet ediyor. O, ne güzel bir hükümdar ki, insanları hakka davet ediyor.

Oysa yeryüzü öyle zalim hükümdarları, saltanat sahiplerini gördü ki… Hatta görmeye devam ediyor. Süleyman aleyhisselâm’ın saltanatının yanında zerre kadar kalan iktidarlarıyla toptan, tüfekten, maaşa bağladığı askerlerden oluşan, baskı ve zulümle kendine asker yaptığı korkak insanlardan oluşan ordularıyla kibirlenen, gururlanan, yeryüzünde müminlere, mustazaflara zulmeden, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diyen nice firavunlar gördü; kendilerine bu saltanatı verenin, bu iktidarı verenin Allah celle celaluhu olduğunu unutan, kendisini yeryüzünün hakimi zanneden. Allah’ın peygamber kullarına eziyet edip, ‘Rabbimiz Allah’tır’ diyenleri zindanlara atan, onlara işkence eden, ölümlerle tehdit eden nize azgın firavunlar gördü. Allah’ın peygamberlerini ateşe atan nice nemrutlar gördü. O ateşin sahibi olan Allah “Ey ateş, İbrahim için serin ol!” dedi de, Nemrut’un hakimiyeti, saltanatı oracıkta bitiverdi.

Süleyman aleyhisselâm kendi döneminde yaşayan, kendisine Allah’tan başka ilahlar edinmiş bir halkın melikesi olan kadını Allah’a kul olmaya davet edecekti.

“Süleyman, ordusunun kuşlardan oluşan birliğini denetleyince dedi ki: Hüdhüd’ü niçin göremiyorum, yoksa burada değil mi? Onu ya ağır bir cezaya çarptıracağım, ya keseceğim ya da bana mazeretini belgeleyen açık bir kanıt getirecek.”[5]

“Çok geçmeden o geldi ve dedi ki: Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim ve sana Sebe’den gerçek bir haber getirdim. Ora halkına hükmeden, her şeyden kendisine bolca verilmiş olan ve büyük bir tahta sahip bir kadın buldum. Onun ve kavminin, Allah’ı bırakıp güneşe secde eder olduklarını gördüm. Şeytan onların yaptıklarını güzel göstermiş ve onları doğru yoldan alıkoymuştur. Bu yüzden onlar doğru yolu bulamazlar.” [6]

Sebe Melikesi hakkında, Ameş Mücahid’den şöyle dediğini aktarmıştır: “Sebe Melikesi’nin emri altında on iki bin prens vardı. Bunların her birinin emri altında yüz bin savaşçı vardı.”

Tarih bilginleri dedi ki: “Sebe Melikesi’nin tahtı, yapısı sağlam, oldukça yüksek, büyükçe bir sarayda idi. Sarayın doğu tarafında üç yüz altmış tane pencere vardı. Yapısı, güneş ışıklarının doğu tarafından girip batı tarafından çıkacağı şekilde tasarlanmıştı. Böylelikle sabah akşam o güneşe secde ediyorlardı.”

Muhammed b. İshak, Sebe Melikesi’nin tahtı hakkında dedi ki: “Bu, yakut, zümrüt ve inci takılarla süslenmiş, altından bir tahttı. Onun hizmetinde altı yüz kadın vardı.”

Hüdhüd, Sebe Melikesi’nin ve halkının durumunu Süleyman aleyhisselâm’a bildirdi. Süleyman aleyhisselâm hemen Sebe Kraliçesine besmele ile başlayan bir mektup yazdı. Mektupta Sebe Kraliçesi ve halkını, Allah’a teslim olmaya, Allah’a ve O’nun peygamberine karşı gelmemeye davet etti. “(İçinde de:) “Bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana müslüman olmuşlar olarak gelin” diye (yazılmaktadır).” [7]

Hüdhüd, mektubu Sebe Melikesi’ne ulaştırdı. Sebe Melikesi, mektubun Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile başladığını ve Süleyman aleyhisselâm’ın kendisini Allah’ın dinine davet ettiğini okudu. Bunun üzerine vezirlerini, devletin ileri gelenlerini çağırdı. Sonra mektubu onlara okudu. “O gerçekten Süleyman’dandır. Ve gerçekten Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile başlıyor.”[8] dedi. Bu mektup karşısında ne yapması gerektiğini onlara danıştı. “İleri gelen devlet adamları dediler ki; “Biz güçlüyüz, yaman savaşçılarız, ferman senindir, düşün de ne buyuracağına karar ver.” [9]

Yani biz sana karşı gelmeyiz, bundan herhangi bir şekilde çekinmeyiz. O’nunla savaşın dersen savaşırız, sen neyi uygun görürsen biz onu yerine getiririz.

Kadın bir melike… Yanında güçlü orduları var; ona itaat eden, hiçbir şeyden çekinmediğini söyleyip onun gururunu okşayan itaatkar ordular… Bir ülkenin melikesi… Büyük bir sarayı ve olabildiğince gösterişli tahtı ve hizmetçileri var.

Ve bir Peygamber tarafından Allah’a, O’nun dinine, O’nu birlemeye davet ediliyor. Güneşe tapmaktan vazgeçmesi, Allah’a ortak koşmaması aksi taktirde kendisiyle savaşılacağı bildiriliyor.

Bunun üzerine Sebe Melikesi, bir firavun gibi, bir nemrut gibi saltanatına, ordularına güvenip Allah’ın Peygamberine savaş açmıyor. Üstelik bu savaşın kendilerine hayır getirmeyeceğini idarecilerine bildiriyor. “Dedi ki: Gerçekten hükümdarlar, bir ülkeye girdikleri zaman, orasını bozguna uğratırlar ve halkından onur sahibi olanları hor ve aşağılık kılarlar; işte onlar, böyle yaparlar.” [10]

Süleyman aleyhisselâm’a birtakım kıymetli hediyeler göndererek barış yapmak istediğini ifade etmek istiyor. Bu durumda Süleymanaleyhisselâm’ın tepkisini görmeyi, ona göre hareket etmeyi planlıyor.

İbni Abbas ve başkaları dedi ki: Sebe Melikesi: “Süleyman gönderilen hediyeleri kabul ederse O, dünya sultanlarındandır. O’na her yıl vergi verir, anlaşma yaparız ya da O’nunla savaşırız. Yok eğer hediyeyi kabul etmez ise, O Nebi’dir, O’na uyarız.” dedi.

Tefsir alimlerinin zikrettiğine göre Sebe Melikesi, Süleyman aleyhisselâm’a altın, mücevher, inci ve daha başka eşyalar göndermişti. Tıpkı Arap müşriklerinin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e teklif ettikleri Kabe’nin anahtarları, yöneticilik, mal, makam, kadın, “Ne istiyorsan verelim, sen davandan vazgeç” demeleri gibi bir teklifti bu.

Süleyman aleyhisselâm’ın cevabı;

“Kraliçenin elçisi gelince Süleyman ona dedi ki; Beni mal ile mi kandıracaksınız? Allah’ın bana bağışladığı ayrıcalıklar size verdiklerinden daha üstündür. Siz bu hediyenizle övünebilirsiniz?” [11]

Yani ‘hediyelere, armağanlara boyun eğen sizlersiniz. Bana gelince, sizin İslam’a girmenizden ya da savaşmaktan başka bir şeyi kabul etmiyorum’ dedi. Bu haber Sebe Melikesi’ne ulaştığında, Süleyman aleyhisselâm ile görüşmeye gitmek için karar verdi. Sebe Melikesi yola çıkmadan evvel, Süleyman aleyhisselâm Allah’ın O’na bahşettiği orduların yardımıyla Sebe Melikesi’nin O’nun sarayına geleceği haberini aldı. Ve ordularından, Sebe Melikesi’nin tahtını ondan önce saraya getirmelerini istedi.

“Dedi ki: “Onun tahtını değişikliğe uğratın, bir bakalım doğru olanı bulabilecek mi, yoksa bulmayanlardan mı olacak?” [12]

Süleyman aleyhisselâm’ın, tahtı, Sebe Melikesinden önce kendi sarayına getirip değiştirmekteki muradı şuydu: Sebe Melikesinin tahtının ondan önce oraya geldiğini görmesi ve onu tanıyamaması, “Ne benim tahtımdır, ne de değildir.” demesi üzerine bu tahtın kendi tahtı olduğunu söyleyerek onun bu olay karşısında müslüman olmasını istiyordu.

Sebe Melikesi köşke geldi ve Süleyman aleyhisselâm’ın saltanatıyla karşılaştı. “Ona: “Köşke gir.” denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman) Dedi ki: “Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk zeminidir.” Dedi ki: “Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman’la birlikte alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.” [13]   

Ve artık Sebe Melikesi, billurdan yapılmış sarayları olan, kuşlardan, cinlerden, rüzgarlardan orduları olan bir peygamberin çağrısına olumlu cevap veriyor. Çünkü dünyada böyle bir saltanatın sahibi olan, kendisine, görülmemiş saltanatın verildiği kişi, ancak daha büyük bir saltanat sahibinin gözetiminde ve emrindedir. Öyle ise Süleyman aleyhisselâm’ı yani bir peygamberi rehber edinerek asıl saltanat sahibi olan Allah’a teslim olmak gerekir diye düşünüyor.

Bugün de dün de, yeryüzünün gerçek sahibinin Allah celle celaluhu olduğunu, yerlerin ve göklerin, bu ikisi arasında bulunanların tek sahibinin, tek hükümdarının Kahhar ve Cebbar olan Allah celle celaluhu olduğunu ayan beyan gördüğü halde, faizli ekonomiyle Allah ve Rasulü’ne karşı savaş açan, içki ve kumarhaneler işleten, üstelik devlet belgeli zina evleri işleten yöneticiler, Sebe Melikesi olan kadın kadar aklını kullanmamış, Allah’ın gazabını hak etmiş yöneticilerdir.

Peygamberin çağrısına kulak tıkayan, mazlum halkların üzerine zulüm yağdıran, ‘Rabbimiz Allah’tır’ diyen halkları öldüren, daha önce şahit olunmamış işkencelerden geçiren, kıytırık saltanatlarıyla Allah’a ve Rasulü’ne, O’na tabi olmuş ümmetine zulmedenler, saltanatlarının üstünde saltanatı olan, sizin ve elinizdekilerin sahibi olan Allah’ın gazabı, siz kafir, zalim olan yöneticilerin üzerine olsun.

Allah’ın selâmı ve rahmeti ise, yeryüzünde Allah ve Rasulü’nün çağrısını işiten, O’nun çağrısına, makam ve mevki kaybetme korkusu taşımadan harfiyen uyan, bunun için mücadele eden, kafirlerin karşısında izzetlice duran, Kur’an ve sünnetten başka yasa, kanun tanımayan, sahip olduğu tüm nimetlerin, makamların, hükümdarlıkların, iktidarların Allah’tan olduğunu bilip, Allah’a ve O’nun kanunlarına karşı kibirlenmeyen, yeryüzünde müminlerin, müslümanların, mustazafların safında yer alan tüm yöneticilerin, idarecilerin, alimlerin, davetçilerin üzerine olsun. Allahumme Amin…

Selâm ve Dua ile…

————————-

KAYNAKLAR

1. İbni Kesir Tefsiri / 8. Cilt / Neml Sûresi

2. Fizilal-il Kuran- Seyyid Kutup / 8. Cilt / Sad Sûresi

3. Besairu’l Kur’an- Ali Küçük Tefsiri / Neml Sûresi


[1]. Sad, 35.

[2]. Sad, 36-38.

[3]. Neml, 19.

[4]. Neml, 18.

[5]. Neml, 20-21.

[6]. Neml, 22-24.

[7]. Neml, 31.

[8]. Neml, 30.

[9]. Neml, 33.

[10]. Neml, 34.

[11]. Neml, 36.

[12]. Neml, 41.

[13]. Neml, 44.