Dünden Bugüne Filistin

Osmanlı Sonrası İslam Dünyası – Muhammed Eyüp / 2020 Mart / 88. Sayı

Filistin, İslam ümmetinin yaşadığı sorunların en temelindeki sorunun beldesidir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in miraca yükseldiği bu mübarek belde, Siyonist Yahudilerce işgal edilmiştir. Siyonist Yahudi işgali halen İslam ümmetinin tam yüreğinde bir hançer gibi durmakta, Siyonistlerin küresel faaliyetleri İslami hareketleri akamete uğratmaktadır. Siyonist işgal halen İslam ümmetini gerek doğrudan gerekse dolaylı olarak hedef almaktadır.

Filistin toprakları, tarihin başından bugüne kadar İslam dini için olduğu gibi diğer dinler için de oldukça önemli bir merkez olagelmiştir. Filistin üzerinde hakimiyet kurmak için oldukça kanlı savaşlar verilmiş, bölgeye hâkim olan güç önemli bir prestij elde etmiştir.

Filistin’in odağı ise, dünyanın şüphesiz en önemli merkezlerinden biri olan Kudüs’tür. Kudüs’ü kontrol eden güç, büyük ölçüde Filistin’i de kontrol etmiştir. İslam’ın üç mescidinden biri olan, Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa’nın içerisinde bulunduğu Kudüs şehri, ilk kez 637 yılında, İslam Halifesi Ömer radıyallahu anh döneminde Müslümanların hakimiyetine girmiştir.

On birinci yüzyıla dek Müslümanların hakimiyetinde kalan ve Müslüman güçler arasında zaman zaman el değiştiren Kudüs, 11. asrın sonunda önce Şii Fatımîler daha sonra ise Haçlılar tarafından ele geçirilmiştir. Bu yıllarda Kudüs, tarihte görmediği kadar vahşete ve katliama şahit olmuştur.

Nihayet 1187 yılında Salahaddin Eyyubi, Kudüs’ü fethederek Haçlıların uzun süren hükmüne son vermiş, bu süreci takiben Haçlı orduları İslam coğrafyasından sökülüp atılmaya başlanmıştır. Eyyubi’nin Kudüs’ü fethetmeden evvel Şam ve Mısır’daki fitneleri sona erdirmesi, buralarda cihadı terk edip safahat dünyasına dalan yöneticileri bertaraf ederek Müslümanların saflarını birleştirmesi ve Kudüs’ün fethinin bundan sonra gelmesi dikkate şayandır.

Salahaddin Eyyubi’nin fethinin ardından Kudüs, 7 yüzyıl boyunca İslam hakimiyetinden çıkmamıştır. 1517 yılında Osmanlı hakimiyetine giren Kudüs ve Filistin, 1917 yılına kadar Osmanlı elinde kalmıştır.

Mısır ve Suriye’de olduğu gibi Filistin’de de Osmanlı sonrası dönemi inşa eden süreç, Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Mısır’ı ele geçirmesiyle başlamıştır. 1831 yılında Kavalalı tarafından ele geçirilen bölgede Avrupalı devletler ve Yahudiler hızla faaliyete geçmiş, bölgede elçilikler açılmış, Yahudilerin dini ve sosyal faaliyetlerine alan açılmış ve müsaade edilmiştir. Bu paralelde Kudüs’te İslam’ın egemenliği zayıflamaya yüz tutmuş, Hristiyanlar ve Yahudiler güç kazanmıştır.

Osmanlı 1840 yılında yeniden Kudüs’te egemen olsa da artık zayıf konumda olan devlet, Kavalalı’nın Kudüs’teki faaliyetlerinin de etkisiyle, Kudüs üzerindeki otoritesini büyük ölçüde yitirmiştir. Hristiyan devletler ve bunun yanı sıra Yahudiler hızla Kudüs’te egemen olmuş, şehirde yerleşimler, kültürel merkezler açılmış ve Filistin toprakları üzerindeki projeler hızlanmıştır. Bu projelerden en dikkat çekeni ise şüphesiz Siyonizm’dir.

19’uncu asrın sonlarında faaliyetlerine başlayan Siyonizm’in kurucu ismi Theodor Herzl ve diğer Siyonistlerin faaliyetleri, özellikle Yahudilerin Filistin’e geri dönüşünün sağlanmaya çalışılması, bölgedeki Yahudileşmeyi hızlandırmıştır.

Filistin üzerindeki fiili İslam hakimiyeti ise Birinci Dünya Savaşı esnasında İngiliz ordularının Kudüs’e girmesiyle son bulmuştur. 1917 yılında Filistin, bugüne kadar sürecek şekilde İslam hakimiyetinden çıkmıştır.

İngiliz işgalinin ardından Filistin’de İngiliz mandası teşkil edilirken, Siyonizm’in faaliyetleri hız kazanmıştır. Büyük bir hızla Yahudileşen Filistin’de İsrail devletinin kurulma süreci de bu dönemde başlamıştır.

İngiliz orduları Kudüs’ü muhasara ettiği süreçte, İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour tarafından ilan edilen “Balfour Deklarasyonu” ile İsrail Devleti’nin kuruluşu gündeme gelmiştir. İngiltere’nin bu toprakların “Yahudilere bir vatan olarak belirlenmesine” olumlu baktığı ifade edilen mektup, üst düzey bir Siyonist lidere yazılmıştı. 

Deklarasyonla beraber Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması çalışmaları hızlanırken, kısa süre içerisinde başta ABD olmak üzere diğer devletler de deklarasyonu kabul etmiştir.

1948 yılına dek süren İngiliz mandası döneminde Siyonistler, Yahudi devletinin kurulması için gerekli tüm adımları atmış, bölgede siyasi, kültürel, askeri, iktisadi temeller atılmış ve İsrail devletini mümkün kılacak vesileler meydana getirilmiştir. Bu süreçte, 2. Dünya Savaşı esnasında Avrupa’da Yahudileri hedef alan katliamlar yaşanmış, buradan kaçan Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmesiyle de Siyonist süreç hızlanmıştır.

Nihayetinde, bölgede yaşanan isyanlar ve sosyal krizler çerçevesinde Birleşmiş Milletler 1947 tarihinde bir paylaşım planı ortaya atarak Filistin’in Müslümanlar ve Yahudiler arasında bölünmesini öngörmüştür. Ancak bu plan hiçbir zaman hayata geçmemiş, 1948 yılında İngiltere mandası sona ermiş, İngilizler ülkeden çekilmiş ve İsrail bağımsızlığını ilan etmiştir. 

Bu dönemde on binlerce Filistinli evlerinden çıkarılmış ve mülteci konumuna gelmiştir. Aradan geçen 70 yıldan fazla süreye rağmen Filistinliler halen evlerine dönebilmiş değildir.

1947 yılında Filistin’de Müslümanlar ve Yahudiler arasında başlayan çatışmalar zamanla bir savaşa dönüşmüş, 1948 yılında Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan, Irak, Suudi Arabistan gibi Arap ülkeleri İsrail’e savaş açmış, ancak savaş sonucunda İsrail galip gelmiştir.

Şüphesiz bu galibiyette İsrail’e destek veren Haçlı Batı’nın ve Batı’nın kuklası olan mücrim ve tağut yerel işbirlikçi rejimlerin payı büyüktür. Savaştan galip ayrılan İsrail sahici bir devlet olma yolunda adımlarını sıklaştırmış ve Filistin üzerindeki hakimiyetini pekiştirmiştir.

İlerleyen senelerde Arap rejimleri, 1967 ve 1973’te İsrail ile iki kere daha savaşmış, 1948 savaşına benzer sebeplerden dolayı da bu savaşlardan İsrail galip ayrılmıştır. Burada şehid Seyyid Kutub’un, Arap rejimlerinin ordularına dair söylediği “Onlar ordu değildir, onlar halka karşı teşkil edilmiş jandarma kuvvetleridir.” sözünü akla getirmek gerekir. Gerçekten de Müslümanlar karşısında kahraman kesilen, onları katlederken, işkence yaparken ve zindanlara atarken “izzetli” görünen mücrim rejimlerin orduları, İsrail karşısında çaresiz kalmıştır. 

İçerisinde Allah korkusu olmayan, imandan ve İslam’dan uzak yapıların akıbeti budur. Her ne kadar askeri ve teknik imkanları olsa da bu güçler İsrail’e ufak bir zarar dahi verememiş, bunun aksine İsrail’e karşı cihad etme aşkıyla dolup taşan Müslüman gençleri katletmişlerdir. Önceki yazılarımızda Mısır ve Suriye’de mücrim rejimlerin Müslüman halklara neler yaptığından bahsetmiştik. Siyonistlere karşı cihad etme arzusunda olan bu Müslümanların karşısına ilk dikilen güç İsrail değil, sözde İsrail’e karşı duran Arap rejimleri olmuştur.

Zamanla Arap devletleri İsrail ile sulh yolunu tutarken, Filistin’de işgale karşı direniş yerel örgüt ve yapıların ve de halk kitlelerinin omuzlarına kalmıştır. Özellikle Filistin Kurtuluş Örgütü isimli sol yapı ve daha sonra Filistin İslami Direniş Hareketi (Hamas), bölgedeki savaşı sürdürmüştür.

Zaman içerisinde İsrail, Filistin üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırmıştır. Bu süreçte ABD ve Haçlı Batı’nın payı oldukça büyüktür. İsrail’in Filistin üzerindeki egemenliği, her gün işlenen insan hakları ihlallerine rağmen kabul edilmiştir. Hapse atılan binler, işkence gören ve öldürülen çocuklar dünya kamuoyunun gündemine girememektedir.

1980’den sonra artan, 2000 yılının ardından ise doruğa çıkan bir şekilde İslam coğrafyasındaki rejimler İsrail ile dostane ilişkiler kurma sürecine girerken, Filistin davası mazlum halkların omuzlarında kalmıştır. 

Filistin’deki yapıların önemli bir kısmı da İsrail’in egemenliğini tanıyacak pozisyona gelmiştir. Birinci ve İkinci İntifada devrinde çatışmalar artış göstermiş, ancak bu da bir süre sonra sonlanmıştır.

Filistin’deki krizi tırmandıran bir diğer süreç de Gazze krizidir. Gazze Şeridi, 2005 yılında İsrail’in Yahudi yerleşimlerini bölgeden çıkarma kararıyla ablukaya alınmıştır. Günümüzde yaklaşık 2 milyon insanın yaşadığı bölgede sık sık çatışmalar yaşanmıştır. 

Seçimleri kazanan Hamas’ın, seçimleri kaybeden ancak bölgeyi teslim etmeyen El Fetih’i (Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi) bölgeden çıkararak 2007 yılında kontrol sağlaması üzerine Gazze ablukaya girmiştir. Karadan, havadan ve denizden abluka altına alınan Gazze Şeridi’ne temel ihtiyaç maddeleri dahi kısıtlı olarak girmektedir. Bu açıdan Gazze, 2 milyon Müslüman için bir açık hava hapishanesi hüviyetine bürünmüştür.

Mahmud Abbas liderliğindeki sol görüşlü El Fetih tarafından yönetilen Batı Şeria’da da İsrail’in yoğun baskısı vardır. Bölgede İsrail keyfi tutuklamalar yapmakta, Müslümanların gündelik hayatını bir işkenceye çevirmektedir.

Müslüman erkeklerin çoğunun hapse atıldığı Filistin’de Müslüman kadınlar İsrail’in keyfi uygulamalarına karşı koymaya çalışmaktadır. İslam alemi ise Filistinli Müslümanlar yerine İsrail’in müttefikliğini tercih eden yöneticilerle doludur. İktisadi ve siyasi yönden güçlü olan İsrail’in düşmanlığından çekinen ve dostluğunu arzulayan yerel yöneticiler, Filistinli Müslümanları İsrail’in insafına terk etmektedir.

İslam dünyasında zaman zaman düzenlenen protestolar, konsolosluk önlerinde yapılan eylemler, atılan sloganlar Filistin halkı için sahici bir çözüm ortaya koyamamaktadır. Maalesef İslam alemi diğer bölgeler için olduğu gibi Filistin için de sahici bir umudun şafağından uzaklardadır.

Yirminci asrın başlarında Osmanlı’dan koparılan ve Siyonistlere teslim edilen Filistin, maalesef bugün hatalarını örtmek, kendisini meşru göstermek, ellerindeki kanı gizlemek, İslami çalışma yaptığı izlenimini vermek, Müslümanların gözlerini boyamak isteyenlerin elinde bir oyuncak halini almıştır. 

Filistin meselesi bir fikri istismar malzemesi haline getiriliyor ve Filistinli mazlumların acılarını dindirmek için sahici adımlar atılmıyorken Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa, Siyonistlerin elinde yıkılmayı beklemektedir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in miraca yükseldiği bu mübarek beldede bugün namaz ve ezan bir yana, Müslümanlar rahatça nefes dahi alamamaktadır.