Davet Yolunda Dökülenler

Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2022 Şubat / 111. Sayı

İslam’a davet Müslümanlara Allah tarafından yüklenmiş ilahi bir vazifedir. Gücü yeten hiçbir Müslümanın bu sorumluluktan kaçması söz konusu değildir. Müslüman oluşumuz nasıl ki kelime-i şehadete bağlı ise Müslüman kalışımız da Allah’ın dinine davet ile mümkündür. Zira yapılan davet sadece muhatap için değil aynı zamanda kendi kurtuluşumuz ve Müslüman kimliğimizi koruyabilmemiz içindir. Bu bakımdan İslam âlimleri hem ferdin hem toplumun felahına hizmet eden bu ameliyenin Müslümanlar için farzı ayn/farzı kifaye hükmünde olduğuna ictihad etmişlerdir. 

Davet yolundan ayrılmak, bu yolda zaafa düşmek İslam ümmeti için en felaketli durumlardan birisidir. Çünkü bu ümmet davet yolunu her terk edişinde öz kimliğini daha da çok kaybedecek ve eriyişi, edilgenleşmesi bir o kadar hızlanacaktır. Nitekim içinde bulunduğumuz bu zelil durum Müslümanların bu hususta üzerlerine düşeni hakkıyla ifa edememelerinden kaynaklanmaktadır. Bu bakımdan davet meselesi hem kendimiz hem de ümmetimiz için bir varoluş meselesidir. “Cevamiul kelim” olan, her şeyin özünü en iyi şekilde ifade eden Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu durumu ne güzel örneklendirmiştir: 

“Allahu Teâlâ’nın koymuş olduğu sınırlara uygun yaşayanlar ile bu sınırları ihlal eden kimselerin durumu, bir gemiye binmiş, gemi içerisindeki yerleri kura ile belirlenmiş iki grup insanın durumuna benzer; Bunlardan bir kısmı geminin alt tarafında, bir kısmı da üst tarafında yolculuk etmeye hak kazanmıştır. Alt kattakiler (su ihtiyaçlarını karşılamak için) üsttekilerin yanına giderler. (Bir süre sonra), “(Sudan) nasibimizi almak için (geminin altından) bir delik açsak da yukarıdakileri rahatsız etmesek.” derler. Eğer yukarıda bulunanlar aşağıdakilerin isteklerini yapmalarına izin verirlerse gemidekiler hep birlikte helak olur. Fakat onlara engel olurlarsa hem onlar hem de kendileri kurtulur.”[1]

Davet meselesinin bu kadar önemli ve hayati olmasına karşın ümmetin büyük bir çoğunluğunda gaflet diğer bir çoğunluğunda da azim ve sebat eksikliği bulunmaktadır. Hâl böyle olunca birçok Müslüman yakıtı biten araçlar gibi yolda kalmak da bu sınavı başarıyla verememektedir. Oysaki yaşadığımız toplumda Allah’ın kelamını samimi kalplerden dinlemeye muhtaç milyonlar vardır. Bir duysa bir bilse gönlünü İslam’a açacak nice saklı hazineler İslam davetçilerini beklemektedir. Öyleyse dinini, davasını dert edinmiş her Müslümanın tökezlemesi, yavaşlaması ve durması kalbi İslam’a aç olan muhtaçların ümitlerini kırmakta onların bekleyişini uzatmaktadır. Bu bakımdan vakit yürüme vakti değil Allah için koşma vaktidir. Hele hele durma vakti hiç değildir. Allah yolunda verdiği mücadelede rahat davranmak, plansız olmak, yavaş hareket etmek Müslüman için vebal hem de lüks sayılacak bir tutum olacaktır. 

Koşarak Gelen Adam       

“Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: “Ey kavmim! Bu elçilere uyun. Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir.” (Yasin, 20-21)

Allah azze ve celle kitabında uzaklardan koşarak gelen bir adamdan bahsetmektedir. Ama altın için dolar için koşan bir adam değil sadece Allah için koşup gelen bir adam… Öyle yakınlardan koştuğu da yok. Ta şehrin öteki ucundan dertlenip çıkmış gelmiş. Kalbindeki iman ve onu başkalarına taşıma sevdası durdurmamış yerinde. O da Allah elçilerine destek olmak, cahil olan kavmini doğru yola ulaştırmak için beklemeden harekete geçmiş. Anlatmış, davetini yapmış ve neticede şehid olarak Rabbine kavuşmuş. 

Günümüzde de koşan çok adam var. Birisi akşam olunca evine sabah olunca da işine koşuyor. Ötekisi altın, dolar düşünce bir ayrı yükselince bir ayrı koşuyor sarrafa, dövizciye. Diğeri de yularını vermiş nefsine o nereye sürüklerse dolu dizgin oraya koşuyor. Koşanları çoğaltmak mümkün. Peki biz nereye koşuyoruz? Gidişimiz, yuvarlanışımız nereye? Kıblemiz, yönümüz hangi tarafa dönük? Yöneldiğimiz, kendisine doğru koştuğumuz taraf bizi rabbimize çıkaracak mı acaba! Akıbetimiz şehadet, durağımız cennet olacak mı? 

Biz her halükârda koşan olmak zorundayız. Durmaya kaybedecek vaktimiz yok bizim. Koşarken de bu isimsiz kahraman gibi koşmalı, yakın uzak demeden eşimize dostumuza tanıdığımıza tanımadığımıza sadece Allah için koşmalı, Rabbimizin dinini her ne pahasına olursa olsun insanlara ulaştırmalıyız. En yakınlarımıza dahi davetimizi yapamadan, söyleyeceklerimizi söyleyemeden bu canı vermek Allah katında hepimiz için bir ayıplanma, kınanma sebebi olacaktır. Öyleyse; doğru yöne koşmalı, doğru insanlarla koşmalı, uzaklara koşmalı ve hemen koşmalıyız!  

Davetçinin Azmi Elden Bırakmaması

Davette aslolan azim ve sebattır. Davet bir anlık değil bir günlük değil bir ömürlük olmalıdır. Davet bir gençlik hevesi değil Cennet sevdasıdır. 

Bu hususta söylenecek çok şey olsa da sözü şu güzel satırların ve dizelerin sahibi Şehid(inş) Seyyid Kutub’a bırakıyorum. 

“Davetçilerin; istedikleri kadar reddedilsinler, yalanlansınlar, inatçılıkla, burun kıvırmakla karşılaşsınlar; ruhların ıslah olmasından, kalplerin olumlu tepki göstermesinden ümitlerini kesmeleri doğru değildir. Şayet yüz kere uğraştıkları halde insanların kalplerine ulaşamamışlarsa, yüz birinci denemede ulaşabilirler. Eğer sabrederlerse, sürekli uğraşırlarsa, karamsarlığa düşmezlerse, kalplere giden yollar önlerine açılacaktır.

Davetin yolu kolay ve tehlikesiz değildir. Kalplerin davete olumlu karşılık vermeleri o kadar çabuk ve rahat olmaz. Çünkü kalpler üzerine çöreklenmiş yığınlarca ağırlık vardır. Batılın, sapıklığın, gelenek ve göreneklerin, düzen ve rejimlerin bir sürü kalıntısı vardır. Bu kalıntıları, bu artıkları bertaraf etmek, her türlü yolu deneyerek kalpleri diriltmek, kalplerde uyarılmaya müsait bütün noktaları uyarmak kaçınılmazdır. İletişimi sağlayacak kanallara yüklenmek zorunludur. Direnilirse, sabredilirse, ümitsizliğe düşülmezse, bu uyarıcı dokunuşlardan biri hedefe varabilir. Uyarıcı dokunuş hedefine varır varmaz, o bir anda insanın iç yapısını altüst edebilir, tamamen değiştirilebilir. Zaman zaman insan dehşete kapılabilir. Çünkü bir kere uğraştığı halde bir sonuç alamamıştır. Sonra birdenbire rastgele gerçekleşen dokunuşlardan biri insanın iç yapısındaki hedefine ulaşır ve en ufak bir çaba sonucu insanın duygularını harekete geçirebilir. Oysa daha önce ne zahmetler çekilmişti.

Bu durumu benim gözümde canlandıran en iyi örnek, verici istasyonu bulmak için uğraşılan radyo alıcısıdır. Çok kere ibreyi hareket ettirirsin, götürür getirirsin; buna rağmen bir türlü istasyonu bulamazsın. Oysa sen istasyonun yerini bulmak için büyük özen gösteriyorsun, yerini de doğru tespit ediyorsun, ama bulamıyorsun. Fakat rastgele yaptığın bir el hareketi sonucu, verici dalgayı yakalıyorsun, sesleri, nağmeleri alıyorsun.

İnsan kalbi radyo alıcısına benzer. Bunun için davetçiler, ufukların ötesinden, kalplerden gelen sinyalleri almak için, ibreyi sürekli çevirmelidirler. Çünkü bin kere denedikten sonra bir kerede uyarıcı dokunuş, verici istasyona ulaşabilir.

İnsanlar çağrısına olumlu karşılık vermiyorlar diye davetçinin öfkelenmesi, insanlardan uzaklaşması son derece kolay bir şeydir. Bu, rahatlatıcı bir davranıştır. Öfkeyi dindirir, sinirleri yatıştırır. Peki davet ne olacak? Çağrıyı yalanlayan ve karşı çıkan insanları terk edip gitmenin sonucu ne elde edecektir davetçi?

Aslolan davadır, davetçinin şahsı değil. Davetçinin canı sıkılabilir. Ama sıkıntısını yenmeli ve yoluna devam etmelidir. En iyisi sabretmesi ve insanların sözlerinden dolayı sıkılmamasıdır.

Davetçi kudret elinde bir araç niteliğindedir. Allah, insanlara sunulmak üzere gönderdiği mesajını daha iyi gözetir, daha iyi korur. Şu hâlde davetçi her türlü şartlarda ve her ortamda görevini yapmalı, gerisini Allah’a bırakmalıdır. İnsanları gerçeğe iletmekse Allah’ın elindedir.

Kuşkusuz Hz. Yunus’un kıssasında, davetçiler için çıkarılması gereken dersler vardır.

Hiç kuşkusuz Hz., Yunus’un Rabbine dönmesinde, zulmettiğini itiraf etmesinde, dava adamları için üzerinde düşünülmesi gereken ibret noktaları vardır.

Kuşkusuz yüce Allah’ın Hz. Yunus’a yönelik rahmeti ve karanlıklar içinde pişmanlığını dile getirdiği duasına olumlu karşılık vermesi müminler için bir müjde niteliğindedir.


[1]Buhârî, Şirket, 6