Cemaatleşme Bilinci Ve Farklılıklara Tahammül

Kapak Dosya – Zafer Mert / 2022 Ekim / 119. Sayı

İslam ümmetinin uluslara, mezheplere, cemaatlere bölünmüş ve aralarındaki birliği kaybederek başsız kalmış olması, geçirmekte olduğumuz dönemin en büyük musibetlerinden biridir. İslam cemaatinin tamamını ifade eden “ümmet” anlayışımızın ulusçuluğa indirgenilmesi, Müslüman halkların arasına İslam düşmanları tarafından suni sınırlar çizilmesi, 3 Mart 1924’de TBMM’de alınan karar ile halifeliğin ilgası bu parçalanmışlığı daha bir artırmıştır.

Dinimiz özü itibarıyla ayrılığı, tefrikayı ve bölünmeyi yasaklamıştır. Gerek hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim gerek Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Müslümanların birlik ve beraberlik içinde olmasını emir buyurmuşlar, tefrikayı yasaklamışlardır. Rabbimiz ayeti kerimede: “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın ve dağılıp ayrılmayın.” (Âl-i İmran, 103) “Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider.” (Enfal, 46)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise “Allah’ın bana emrettiği beş şeyi ben de size emrediyorum: Cemaat, dinlemek, itaat etmek, hicret ve cihad.”, “Allah’ın eli cemaatle beraberdir.” buyurmuştur.

Ömer bize hutbe verdi ve şöyle dedi: “Ey insanlar! Ben bugün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in aramızda olduğu zamandaki makamında bulunuyorum. O şöyle demişti: ‘Size ashabımı bırakıyorum. Sonra onlardan sonrakileri, sonra onlardan sonrakileri. Sonra yalancılık yaygınlaşır. Öyle ki kişi yemin eder, yeminine itibar edilmez; şahitlik yapar, şahitliğine güvenilmez. Dikkat edin, bir kadınla baş başa kalan erkeğin üçüncüsü şeytandan başka bir şey değildir. Cemaat olmalısınız, tefrikaya düşmemelisiniz. Şeytan kesinlikle yalnız kişiyle beraberdir, iki kişiden uzaktadır. Kim cennetin en nadide yerini istiyorsa, cemaate sımsıkı yapışsın. İyiliği kendisini sevindiren, kötülüğü kendisini üzen kişi var ya, size söyleyeyim mümin odur.” Fakat maalesef İslam ümmeti bunca nassa rağmen bölük pörçük olmuş, birçok cemaatlere ve grupçuklara bölünmüştür. Ümmetin gücü bölünmüş, izzeti gitmiş, onuru ayaklar altına alınmıştır. 

İslam’ın gücü, Müslümanların bir arada toplanıp birbirini dost edinmesiyle oluşan iman velayeti olmadan meydana gelmez. Allahu Teâlâ şöyle buyurur: “Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azizdir, hikmet sahibidir.” (Tevbe, 71).

Bu ayeti düşündüğümüz zaman, Allahu Teâlâ’nın emr-i bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münker amelini İslam’ın beş temelinden olmasına rağmen namaz kılmak ve zekât vermekten öne aldığını görürüz. İhtimaldir ki bunun sırrı, Müslümanın namazı tek başına veya küçük bir toplulukla kılabilmesine rağmen, emr-i bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münker amelini, ancak Müslümanların birbirini veli edinip iş birliği ile oluşan kuvvet ve güç ile yerine getirilebilmesidir. Bu, Allahu Teâlâ’nın; “Küfredenler birbirlerinin velileridir. Bunu yapmazsanız, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur.” (Enfal, 73) ayetine benzer. Yani kâfirlerin yaptığı gibi, müminler birbirinin velisi olmazsa fitne ve büyük bir fesat olur. Çünkü kâfirler birlik halinde, dağınık haldeki müminlerin karşısına çıkarlar, onları öldürür, işkence eder, dinlerinden döndürür ve küfür hükümlerini üstün kılarlar. Acaba bundan daha büyük fitne ve fesat olur mu? Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Allah’ın, insanları birbirleriyle gidermesi olmasaydı yeryüzü fesada uğrardı.” (Bakara, 251).

Kâfirleri ve fesatlarını önlemek için gereken kuvveti, Müslümanlar, dağınık ve bölünmüş bir haldeyken nasıl bulabilirler? Şüphe yok ki Müslümanlar bölünüp dağıldıkları için bu fesadın büyük bölümünden kendileri sorumludur. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “Başınıza ne musibet gelirse, ellerinizle yaptıklarınız sebebiyledir”. (Şûra, 30)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem birden çok hadiste şunu belirtmiştir. Müslim, Arfece’den merfu olarak şöyle rivayet eder: “Şunlar şunlar olacaktır. Toplu olan bu ümmetin birliğini bozmak isteyen kim olursa olsun kılıçla boynunu vurun.”

Yine merfu olarak şöyle rivayet edilir: “Bir kişi, toplu olduğunuz halde birliğinizi dağıtmak veya cemaatinizi bölmek isterse, öldürünüz.”

Müslim, Ebu Said el-Hudri radıyallahu anh’dan merfû olarak şöyle rivayet eder: “İki halifeye bey’at edilirse, ikincisini öldürünüz.”

İkincisinin öldürülmesini emreden bu hadislere dikkat etmemiz gerekir. Nevevi rahimehullah şöyle der: “Zararı ancak öldürülmesi ile önleniyorsa, birinci halifeden daha faziletli de olsa ikincisi öldürülür. Çünkü daha üstün olanın ortaya çıkması, üstün olanın (ilkinin) bey’atını geçersiz kılmaz.” İkinci halifenin öldürülmesi, görünürde zarar ve bozgunculuktur. Çünkü hilafet makamına layık bir insanı öldürmektir. Ancak Müslümanların birliğini bozmak olan daha büyük zararın önlenmesi için daha küçük olan bu zararın işlenmesi emredilmiştir. Bu da Müslümanların birliğinin ne kadar büyük ve önemli bir yarar olduğunu gösterir. Bu, şu fıkıh kaidelerinin de pratik uygulamasıdır: “Genel zararı önlemek için özel zarara katlanılır.” “Büyük zarar küçük zararla önlenir.” “İki zarar söz konusu olduğunda, büyük zarar göz önünde bulundurulur. Yani küçük zarar işlenerek büyük zarar önlenir.” “İki kötülükten hafif olanı tercih edilir.” Çünkü cemaatlerin birden çok olmasında Müslümanlar için sayılamayacak kadar zararlar vardır ve bunu herkes bilmektedir. 

Bunca ayet-i kerime, hadis-i şerif, ulemamızın tavsiye ve emirleri olmasına rağmen maalesef ümmet, imamesi olmayan tespih taneleri gibi yeryüzünün dört bir tarafına dağılmış, İslami cemaatler de bulundukları ülkelerde çok başlılıktan kurtulamamıştır. Bununla birlikte sevinilecek bir husus varsa, o da Müslümanların, bu süre içinde, geçirdikleri onca ağır imtihanlara rağmen ümit ve inançlarını yitirmeyip sürekli çare aramış, farklı metotlar deneyerek cemaat ve cemiyetler meydana getirmiş olmalarıdır. Zamanımızda, Allah’ın dinine yardım etmek için cemaatsel yapıya bürünmemiz ve ayrı durmamamız gerektiğine göre, cemaatlerin birden çok olmasına karşı tavrımızın ne olması ve Müslüman bireyin kimlerle birliktelik kurması gerekmektedir? 

Cemaat Ferdi Olmanın Görevleri

1) “Hep birlikte Allah’ın ipine (İslam’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın.” (Âl-i İmran, 103) ayeti kerimesi gereğince Kur’an ve sünnete bağlı olan, güvendiği Müslümanlarla beraber olmasıdır. Bencilliğin ve enaniyetin teşvik edildiği günümüzde bu fitnelere aldanmayıp salih insanların oluşturduğu İslam cemaati ile birlikte hareket etmelidir.

2) Allah subhanehu ve teâlâ yolunda çalışan cemaate yardımcı olmaktır. Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor: “İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın, kötülük ve haksızlık üzerinde yardımlaşmayın.” (Maide, 2) ve yine şöyle buyuruyor: “Kendilerine açık ayetler geldikten sonra bölünen ve ihtilafa düşenler gibi olmayın. Onlar için acıklı bir azap vardır.” (Âl-i İmran, 105)

Cemaatleşmeler her ne kadar hiyerarşik yapılar olup kendilerine göre birtakım işleyiş sistemleri olsa da Müslümanlar bu hiyerarşik yapıları da bozmadan “iyilik ve takva üzerine” yardımlaşmayı esas almalıdırlar. 

3) Bütün Müslümanları kardeşleri olarak görmesidir. Müslümanlar, “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurat, 10), “Muhammed, Allah’ın Rasûlüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler…” (Fetih, 29)ayetleri ışığında bütün Müslümanlara kardeşçe muamele etmelidir.

4) Allahu Teâlâ’nın emretmiş olduğu cemaat çalışmasını hiçbir zaman hizipçilik, grupçuluk anlayışına çevirmemesidir. Müslümanlar, cemaatleşme ile hizipçilik arasındaki farkı çok iyi anlamalıdırlar. Maalesef bazen hizipçilikten kaçınacağız derken bazı Müslümanlar cemaatleşmekten kaçınıyorlar, bazen de cemaat olunacak derken hizipçiliğe düşülebiliyor. Rabbim bizi her iki musibetten de korusun. Ümmetçi olarak hareket etmeyi, Müslümanların hangi cemaatten olursa olsun kardeşler olduğu bilinci ile hareket etmeyi nasip etsin.

5) Ehl-i sünnet ve’l-cemaat kapsamına dahil olan bütün Müslümanlar ile dayanışmaktır. Ehl-i sünnet ve’l-cemaati oluşturan bütün itikadi -Eş’ârî, Maturîdî, Selefiyye- ve fıkhî -Hanefî, Şafiî, Malikî, Hanbelî- mezheplerini kabul etmeli ve bunlar arasındaki ihtilaflı konuları bayraklaştırarak tefrikaya yol açmamalıdır. Mezhepler arasındaki ihtilaflı konularda tercihi ve ameli farklı bile olsa kardeşini itham ederek, rencide ederek konuşmamalıdır. İlim sahibi olan Müslümanlar ilim talebesine yakışır bir edep ve adap ile bu konuları konuşmalı ve nihayete erdirmelidir. Gerek itikadi konularda gerekse fıkhî konularda bulunan ve yıllardır müzakereleri yapılan meselelerin bir anda çözümünü beklememelidir. Kendi mutmain olduğu görüş ile amel etmeli ama asla diğer görüşle amel eden kardeşlerini itham etmemelidir.

6) Bulunmuş olduğu cemaat Kur’an ve sünnete muhalefet etmediği müddetçe cemaat çalışmalarına destek olmak ve Allah için verdiği söze sadakat göstermektir. Müslümanlar: “Hayır! Her kim sözünü yerine getirir ve kötülükten sakınırsa, bilsin ki Allah sakınanları sever.” (Âl-i İmran, 76), “Onlar emanetlerine ve ahidlerine riayet edenlerdir.”(Muminun, 8)

Müslümanların sık sık cemaat değiştirmeleri veya verdikleri sözlere riayet etmemeleri bugün ümmetin başındaki en büyük musibetlerden birisidir. Nasıl ki bir araya gelirken Kur’an ve sünnet merkezli bir araya geliniyor ise gitmek için de bunlardan birisine muhalefet görülmelidir ki Allah katında ayrılıktan dolayı mesuliyet gerçekleşmesin. Aksi takdirde İslam cemiyetinden ayrılan hata etmiş ve verdiği ahdi bozduğundan dolayı vebal altına girmiş olur.

7) “İnsanların arasına karışıp onların eziyetlerine sabreden müminin ecri, insanların arasına karışmayan ve onların eziyetlerine sabretmeyen müminin ecrinden daha çoktur.” hadisi ile amel ederek, insanların ve cemaat olmanın getirmiş olduğu zorluklara katlanması ve ecrini de âlemlerin Rabbinden beklemesidir. 

8) İhtilafların bu derece çoğaldığı günümüzde kendi görüşünü sunarken karşı tarafı incitmeyecek bir üslupla sunmasıdır. İhtilaflı konularda ‘bu en doğrusudur’ şeklinde keskin cümleler yerine ‘bu doğrudur’ demeli, en doğru diyerek diğerlerini küçük düşürmemelidir. Bu hususta Said Nursi’nin şu cümleleri kulaklara küpe edilmelidir: “Hakta ittifak, ehakta ihtilaf olduğundan; bazen hak, ehaktan ehaktır; hasen, ahsenden ahsendir. Herkes kendi mesleğine “Hüve hakkun” demeli, “Hüve’l-hakku” dememeli. Veyahut “Hüve hasen” demeli, “Hüve’l-hasen” dememeli.

Her Müslüman şunu çok iyi bilmelidir ki, Kur’an ve sünnetin bir araya gelmeye dair emir ve yasaklarını hakkıyla yerine getirmediğimiz takdirde sırtımız yerden kalkmayacaktır. Zulme kızan ama hakka destek olmayan, İslam cemaatine destek vermeyen her Müslüman bu manada sorumluluk altında olduğunu unutmamalıdır.

Müslümanlar kendilerine düşen görevi yerine getirerek safları sık tutmalıdırlar. Rabbimizin “Hiç şüphe yok ki Allah, kendi yolunda, duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.” (Saff,4) ayetinin ifadesi ile cemaat olmalı ve hakta birleşmelidirler. Aksi takdirde şunu unutmamalıyız ki ya hep beraber var olacağız ya da tek tek yok olacağız. Rabbim ümmete kelime-i tevhid sancağı altında toplanmayı nasip eylesin. Livau’l-hamd sancağı altında toplanmak duasıyla.