Cahillerin İhtilafı Yâ Dâ Rahmetin Zahmete Dönüşmesi

Bir Hadis Bir Yorum – Ali Yücel / 2013  Aralık / 13. Sayı

Allah (azze ve celle) kendisine kulluk yapsınlar diye yaratmış olduğu insanların içerisinden hakiki manada iman edenleri kardeş ilan etmiş, aralarında şefkatli ve merhametli davranmaları gerektiğini sahabelerin şahsında müslümanlara emretmiş ve öğretmiştir. “Muhammed Allah’ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler…”(1) Müslümanların bu birlik ve beraberliğini pekiştirecek yumuşak huyluluk, affedicilik, öfkeyi yutma gibi erdemlere salih kullarını irşad etmiştir. “O takva sahipleri ki …öfkelerini yutarlar ve insanları affederler.”(2) Kardeşliklerine halel getirecek, aralarına ayrılık ve ihtilaf sokacak, birbirlerine küstürüp nefret ettirecek davranışları da yasaklamıştır. Gıybetin, iftiranın, yalanın, lakap takmanın, alay etmenin vb. fiillerin yasaklanmasının en önemli sebeplerinden biri de bu olsa gerek. Allah (celle celâluh), kendisine kul olmaya çalışan Müslümanların bir olmasını; namazı, haccı, cihadı ve başka bir çok İslam müessesesini hep birlikte ayakta tutmalarını istemiştir. Kendi habl-i metinine, sapasağlam kulpuna fert olarak değil topluca sarılmak gerektiğini beyan etmiş, ayrılığı yasaklayıp nehyetmiştir. “Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın, parçalanmayın.”(3) “Allah ve Rasulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider.”(4) 

Allah’ın Rasulü, peygamberlik silsilesinin hâtemi, alemlere rahmet Hz. Muhammed’in (aleyhisselam) dilinde İslam’ın zirvesi olan cihad ameli gerçekleştirilirken safların sık ve kenetlenmiş olması ilâhi muhabbeti celbetmektedir. “Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever.”(5) Bu ruhtan yoksun olmanın ceremesinin ne olduğunu, İslam aleminin bu günkü vakıasına göz gezdiren herkes rahat bir şekilde anlayabilir. İmkan ve güç elde ettiğinde ilk etapta füru’ sayılabilecek konularda ihtilaf ettiği kimselere haddini bildirme çabasındaki zihniyetin, asıl düşmanı görmeyip kendisine yapay düşmanlar üretmesi ve eforunu bu doğrultuda harcaması bir çeşit israftır ve haramdır da. Bu sebeple vahdet farz olurken düşmanlığa, kin ve nefrete sevk eden ihtilaf haram olmaktadır. 

Bu gün bizler Müslümanlar olarak adeta bir cazibe merkezi gibi rifkatinden ve şefkatinden insanların etrafında toplandığı bir peygamberin ümmeti olarak aynı ülfet, sevgi, şefkat ve merhameti birbirimizle olan muamelelerimizde ihya etmeli, yeniden hayata geçirmeliyiz. Şayet kaba ve katı kalpli olursak etrafımızdan kardeşlerimizi uzaklaştıracağımız, dün olduğu gibi bu gün de câri olan bir olgudur. “Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi”(6) Bu söylenilenlerden her hangi bir Müslüman yanlış yaptığında yanlışına müdahale etmeme manası çıkarılmamalıdır. Müslüman’ın hatasına tavır alıp düzeltmeye çalışırken şahsına karşı kin ve nefret duygusuna kapılmamak gerektiğidir asıl vurgulanmak istenen. Kendisine öğüt için gelen sahabisine “öfkelenme” diye emreden, onun bu yanlışına dikkat çeken Rasulullah, sahabisinin şahsına karşı ise herhangi bir menfi tavırda bulunmamaktadır. Bizler de aynı şekilde ihtilaf ve tefrikaya mahal bırakmadan yapılan hatadan hoşnutsuzluğumuzu hissettirmeli ve ıslah etmeye gayret etmeliyiz, şahısların düzeltilebilir hatalarından dolayı kendilerine tavır almamalıyız. Gücün ve otoritenin gitmesini tefrika ve ayrılığa bağlayan Rabbimiz, kesin emir ile bizi bundan nehyetmektedir. “Allah ve Rasulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider.”(7)    

İhtilafın hiç olmayacağı yada olmaması görüşü, pratik hayatta gerçekleşmesi mümkün olmayan bir durum gibi gözükmektedir. Bizzat Rasulullah’ın zamanında, onun bulunduğu ortamda hatta huzurunda ihtilaf edildiği olmuştur. İhtilaf olgusu her daim varolmuştur ve varolacaktır. Bizzat dinin yapısı, dilin yapısı, insanın yapısı ve hayatın doğası bu olguyu besleyen en temel faktörlerdir. Kelâmullah’da muhkem ve müteşâbih ayetlerin olması,(8) indiği dil olan Arapçanın yapısının buna imkân vermesi,(9) insanların farklı karakterde olmaları, İmam Şafii örneğinde olduğu gibi zamansal ve mekansal hususlar ihtilafın her daim mümkün olduğuna, olabileceğine işaret etmektedir. Önemli olan hangi hususlarda ihtilaf edilebileceği veya edilemeyeceği, ihtilaf edildiğinde çözüme ulaşırken ve nihayetinde nasıl bir yöntem ve metot takip edileceğidir. Bir takım meseleler vardır ki bu meselelerde ihtilafa ve tartışmaya mahal yoktur. Vahdaniyet, Allah’ın ezeli ve ebedi oluşu meseleleri gibi. Bunlar dışında daha başka meseleler de vardır ki, bu meselelerde sahabe döneminde dahi ihtilaf cereyan etmiştir ve ede gelmektedir.

Herhangi bir ilmi meseleyi tartışan kimsenin, samimiyetini ortaya koyma konusunda şu hususları göz ardı etmemesi gerekir. Evvelâ bütün ameller de olduğu gibi ihlaslı olmak, hevadan uzak durmak; şahıs, mezheb ve cemaat taassubuna kapılmamak; muhataba karşı hüsn-ü zan beslemek; başkalarını ayıplayıp karalamaktan vazgeçmek; tartışma ve husumette aşırı gitmemek ve en güzel şekilde müzakere yoluna gitmek.(10) İhlas ve samimiyet hissinin, hak ortaya çıksın arzusunun, kardeşe karşı takınılacak edeb olgusunun ortadan kalkması ise pusuda bekleyen İblis’in ekmeğine yağ sürecek ve küçük bir habbe kocaman bir kubbeye dönüşebilecektir. Çeşitli ihtirasların da beslemesiyle kardeşlik iyice zedelenecek ve yerini husumete, tartışmaya ve konusuna göre tekfire kadar bile götürebilecektir, hatta bu ihtilaflardan dolayı savaşların olduğuna şahit olunacaktır.     

Sahabelerin ve daha sonra gelen alimlerin, Ebu Hanife ve Ebu Yusufların, Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhaveyhlerin ve daha başka nice ilim adamlarının ihtilafları rahmet olurken, birbirleri arasındaki muhabbete halel getirmezken ilim ve edeb konusunda kemale ermemiş kimselerin ihtilafı, İslam ümmetine gerçek bir zahmet ve külfet olmuştur. Bunun da sıkıntılarını özellikle yaşadığımız şu zamanda daha da belirgin bir şekilde görüyoruz. Bu iki ihtilaf çeşidinin temelinde kanaatimizce iki temel esas rol oynamaktadır. Birincisi, yapılan bu ihtilaf ve tartışmada gözetilen maksat ve hedefin ne olduğu; ikincisi, ihtilaf esnasında riayet edilmesi gereken edebin ne olduğudur. Sahabeler ve onlardan sonra gelen insaf ile bezenmiş rabbani âlimler ihtilaflarında hakikatin ortaya çıkmasını temel hedef edinmişlerken daha sonraları tartışma ve cedel için ihtilaf edenler türemiş ve bu kimseler yanlış da olsa sahip olduğu fikri hasmına empoze etme ve kabul ettirme çabasında olmuşlardır. Karşı tarafın da haklı olabileceği ihtimalini hiç göz önüne almadan tamamen egosunu ve bencilliğini tatmin için tartışan bir zihniyetin ihtilaf esnasında nasıl bir edeb ve tavır takınacağı da malum olsa gerek. Bu konuda ortaya çıkan sıkıntıların temelinde de cehalet en etkin rolü oynamaktadır. İslam ümmetine mâlolmuş birçok ilim adamı haşyet duygusundan, Allah korkusundan kendisine sorulan sorulara cevap vermede çekinir, endişe eder ve kaçınırken bu gün ilmin kapısından girmemiş cesur cahillerin erbabı olmadıkları derin ummanlarda yüzmeye çalışmaları, malumat sahibi olmadıkları konularda tartışmaya girerek çözüm bulmaya çalışmaları gerçekten esefle karşılanacak bir husustur. Rasul-ü Zi-Şan efendimizin ilmin kaldırılıp cahillerin önder edinileceğini haber verdiği hadis-i şerifler de bu duruma ibretamiz bir şekilde işaret etmektedir. Abdullah b. Amr b. As’dan (radıyallahu anhümâ) rivayet edildiğine göre, Rasulullah (aleyhisselam) şöyle buyurdu: “Allah ilmi insanların kafalarından söküp çıkaracak kaldıracak değildir. Fakat ilmi, ilim adamlarını ortadan kaldırmak suretiyle kaldıracaktır. Sonunda hiç âlim kalmayacak ve insanlar cahil bilgisiz kimseleri kendilerine önder lider ve kurtarıcı seçecekler ve onlara dini ve ilmi meseleler soracaklar onlar da cahilce fetva vererek hem kendileri sapıtmış hem de başkalarını saptırmış olacaklardır.”(11) Hz. Hüseyin’in kanına girmiş Kufeli’nin pirenin kanının namazın sıhhatine engel olmasını sorması gibi asıl meselesinden uzaklaşmış sözde ilim adamlarının tarihin derinliklerinden kazıyarak buldukları ihtilafları gündem etmeleri ve nev-zuhur yorumlarla akılları bulandırıp ihtilafı derinleştirmeleri, ümmetin kanı hunharca dökülürken sessiz kalıp belki fındık kabuğunu doldurmayacak meselelerde güç harcamaları, fetva sorulduklarında da ilimden yoksun ilim kisveli fetva vermeleri müşahede edilen bir durum olmuşsa sadıku’l-masduk olan Peygamber’in sözünün yere düşmediğinin bir delilidir.                      

İmam Evzâi şöyle der: “Allah (celle celâluh), bir toplumu (yaptıklarından dolayı) cezalandırmak istediğinde onlara cedelin/ihtilafın, lüzumsuz tartışmanın yolunu açar ve onları amelden geri bırakır.” Ümmet bu gün cedel ve münazara içersindedir ve her ihtilaf konusu yeni bir fırkanın, cemaatin ön sancısı halini almaktadır. Bizden önceki ehl-i kitabın yolunu bu konuda da izler olmuşuz ve fırka fırka, parça parça olmuşuz. Onlarca kez 73 fırkaya bölünmüşken en küçük parça birimine de bölünmek için uğraşlar olduğunu sezinlememiz ne kadar da hazin.

“Yahudiler yetmiş bir yahut yetmiş iki fırkaya ayrıl(mışlar)dı. Hıristiyanlar da yetmiş bir yahut yetmiş iki fırkaya ayrılmışlardı. Benim ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır.”(12) haberinin vakıada müşahede edilmesi bu konuda en sağlam ve doğru yolun hangisi olduğu sorusunu akla getirmekte ve bahsedilen gruplardan hangisinin hakkı temsil ettiği düşüncesi zihinleri meşgul etmektedir. Bu konuda da şöyle buyuruyor Rasul-ü Zi-Şan efendimiz: “Benden sonra sizden kim yaşarsa o, pek çok (dini) ihtilaflara şahid olacaktır. Binaenaleyh size gereken, sünnetime ve doğru yolum üzerinde bulunan halifelerimin sünnetine sarılmanızdır. Bu sünnetlere (adeta) dişlerinizi (bir daha çıkmamak üzere iyice) batırınız. Sizi (din adına) sonradan ortaya atılan işlerden sakındırırım. Çünkü sonradan ortaya atılan her iş bidattir ve her bidat sapıklıktır.”(13)         

Efendiler efendisi, Rasul-ü Ekrem, Ebu Ümâme’den (radıyallahu anhu) rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: ”Üzerinde bulundukları hidayetten sonra doğru yoldan sapan her bir kavim, muhakkak cedel ile müptela olmuşlardır.” Sonra Rasulullah (aleyhisselam), şu ayet-i kerimeyi okudu: “Bizim ilahlarımız mı hayırlı, yoksa o mu? dediler. Bunu sana ancak tartışmak için söylediler. Doğrusu onlar kavgacı bir toplumdur.” (Zuhruf Suresi 58)(14)

En kasvetli ve koyu karanlıklarda bile mutlaka bir ışık huzmesi vardır. Maharet, fecrin ve doğacak güneşin muştusu olan bu huzmeleri görebilmektir. İslam ümmetinin bu kadar dağılmışlık ve parçalanmışlık hissi içersinde Kudüs’ünü ve Aksa’sını kurtaracak Selahaddinlere olan ihtiyacı suya ve ekmeğe olan ihtiyacından az değildir. Selahaddin de gül bahçesinde yetişmemiştir. Hikmetinden sual olunmayan Rabbimiz zulmün en kasvetli dönemlerinde Selahaddin’i bu ümmete bağışlamıştır. Bu gün de dünün aynısıdır ve Allah, gizli kalmış bir hayrın neşrini murad ettiğinde hasetkârlar bile bu hayrın yayılması için hizmet edecek ve bu işe revan olacaklardır. Modern haçlı saldırılarıyla bir avuç müslümanı da sindirme çabasındaki büyük şeytan ve kuklalarının bu saldırıları Selahaddinlerin doğumunu hızlandırmaktan başka bir şeye yaramayacaktır hikmet sahibi el-Hakîm olan Allah’ın izniyle. 20 yıl boyunca Türkiye’de dahil bir çok ülkede CIA’nın bürolarında çalışmış ve şeflik yapmış olan Graham E. Fuller, İslamsız Dünya isimli kitabında şöyle diyor: “Aslında pek çok bakımdan “Müslüman dünyası” diye bir şey yoktur; aksine, çok sayıda müslüman dünyası, sayısız müslüman ülkesi ve farklı Müslümanlıklar vardır. Yine de şunu unutmamak gerekir ki son bir kaç on yıllık dönemde batı dünyasının hem gerçek hem de olası saldırı ve kuşatması altında Müslüman dünyası eşi görülmemiş ölçüde bir araya gelmiştir. Doğrusu Amerika’nın bu zaman dilimindeki politikaları uluslararası bir ortak müslüman toplumu oluşmasında Muhammed Peygamber’in zamanından bu yana hiç bir etkenin olamadığı kadar etkili olmuştur.”(15)  

————————————–

1. Fetih Suresi 29.

2. Âl-i İmrân Suresi 134.

3. Âl-i İmrân Suresi 103.

4. Enfal Suresi 46.

5. Saff Suresi 4.

6. Âl-i İmrân Suresi 159.

7. Enfal Suresi 46.

8. Bkz. Âl-i İmrân Suresi 7.

9. Bkz. Mâide Suresi 6.

10. Konunun ayrıntısı için bkz. Yusuf el-Kardavî, İhtilaf ve Tefrikalar Karşısında İslami Tavır 169. sayfa ve sonrası.

11. Tirmizi, İlim 5 (Hadis no: 2652)

12. Ebu Davud, Sünne 1 (Hadis no: 4596) Tirmizi, İman 18. İbn Mâce, Fiten 17.

13. Ebu Davud, Sünne 5 (Hadis no: 4607) Tirmizi, İlim 16. İbn Mâce, Mukaddime 16.

14. Tirmizi, Tefsir 45. İbn Mâce, Mukaddime 27.

15. a.g.e. 14. (Çeviri: Hasan Kaya)