Bu Yolda İlk Adım Can Vermektir. Yol Budur.  Hani Yolcular?

Kapak Dosya – Said Özdemir / 2013 Şubat / 3. Sayı

Yolların takipçilerine uzadığı, sıkıntıların, ıstırapların çoğaldığı, Allah düşmanlarının üzerimize çullandığı, zaferin geciktiği, gücümüzün azaldığı, facirlerin imkânlarının arttığı bir dönemi acı acı içimize solumaktayız.

Her gün gözlerimizi açtığımızda Salihler/Şehidler kervanının ilerlediğini yanımızdan bir bir kardeşlerin ayrıldığını, şehadet haberlerinin geldiğini öğrenince hüznümüz katlanarak gözlerimize yansımakta.

Ey bu mücadele de yoğrulan, sabrı kuşanan kardeşlerim! Ölüm bir firar değil, bir terhistir. Şehadete ermeden şehadete ermek gerek. Şehadet makamını hak etmek için şehadeti yaşamak gerek. Bu dünyada şehadeti yaşamak ölüm sonrası hayatın bir belirleyicisidir.

Bir yol seçin.. Her coğrafyasına kanlar bulanmış olsun, cesetler paramparça, belalarla kuşatılmış, şarapnel parçaları alfabe’ye düşmüş olsun. Gözlerini firdevs’e çevirmekten vazgeçmemiş yiğitlerin yolu olsun. Ammarların, Hubeyblerin, Fehmilerin, Âdemlerin, Nâzımların yolu olsun…

Şeriat Allah’a giden bir yoldur. Bu yol, öyle bir yoldur ki, tatlı ve hafif rüzgar tehlikeleriyle yanakları yaralanan ve ipeğe dokunmakla parmak uçları kanayan kimse bu yolda yürüyemez! Yarın ki rızkından ve hayatından korkan kimseler bu yolda yürüyemez.

Bu yol öyle bir yoldur ki, nefsani arzuların esiri olan kimse, felaketleri bir yana bırakalım, bir kelimeye bile sabredemeyen, bir şeyi bilmeyen ve bilmediğinin farkında olmayan, kendi başına buyruk olan kimse, toplumun kurallarına boyun eğmek ve cemaatin fikrine sarılmak dahi zoruna giden kimse bu yolda yürüyemez. Bu yol, günah işlemekten çekinme, iffetli olma ve temizlenme yoludur. Merhamet ve cömertlik yoludur. Doğruluk ve ihlas yoludur.

Bu yolda yürüyenleri sıkıntılar, zorluklar her yandan kuşatmıştı. Gayeleri büyüktü. Nefislerini Allah’a sattılar… Allah da onlardan satın aldı…

Onlar Allah’ın va’dini hak bildiler, zafer bir gün gelecekti; “Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” (Mü’min/51)

Onların şiarı daima; “Eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” (Al-i İmran/175) ayeti,

Silahları ise; “Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın..” (Tevbe/14)ayetiydi.

Zahid Revim rahimehullah kendisinden nasihat isteyen birine verdiği cevapta: “Mesele canını vermektir. Yoksa aldatmacalarla uğraşma!” diyerek bize “Can verme”yi gösteriyor. İşin aslı da budur kardeşler.

İstila ve işgal altındaki Müslümanlar ‘can verme ve bir damla’ kan temeli üzerine kurulu bir hareket olmadan, yeniden İslam’a dönemez. Tağuti/dikta rejimleri sarsamaz. Tağutlar, şühedanın kan denizinde boğulmadan saltanatları yıkılmaz. Eskiden bu yana tağutlar hak-batıl savaşında şehidlerin kan denizinde boğulmuşlardır. Yoksa kâfirlerin bize döktüğü yollar, diplomatik ağızlar, birer aldatmacadan başka bir şey değildir.

İbnu-l Cevzi rahimehullah Dicle kıyılarında avazı çıktığınca sesleniyor ve “Bu yoldaki ilk adım can vermektir. Yol budur, hani yolcular?! diyor.

Şunu unutmayalım ki; Allah’ın ahkâmlarını yeryüzüne hâkim kılanlar, Allah yolunda şehadeti arzu edenlerdir. Meydanlara ailemizle, karı-koca, baba oğul ile inmemiz gerekmektedir. Sahabe nesline baktığımız zaman bunu müşahede edebiliriz. Bedir savaşında Ebu Hayseme’nin oğlu şehid olmuştu. Ebu Hayseme Allah ondan razı olsun Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasulü! Allah’a yemin ederim ki Bedir savaşında bütün hırsıma rağmen şehid olamadım. Bu arzumdan dolayı oğlumla kuraya girişmiştim. Kura ona isabet etti. Dün de rüyamda güzel bir şekilde oğlumu gördüm. Cennet meyveleri ve ırmakları arasında dolaşıyordu. Bana: “Babacığım! Rabbimin bana vadettiklerinin hak ve gerçek olduğunu gördüm. Sen de bize katıl, cennette bizimle ol” diyordu. Ey Allah’ın Rasulü! Oğluma kavuşmayı çok özledim. Yaşlandım ve zayıf düştüm. Rabbime kavuşmayı da çok arzu etmekteyim. Şehidlik mertebesine erişebilmem için Allah’a dua et.” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem kendisine dua etti. Ebu Hayseme de Uhud savaşında şehid edildi.(1)

Eğer müslümanlar bu baba ve oğul gibi yaşarsa, İslam’ın beli yere gelir mi? Müslümanlar zayıflar mı? Din ayaklar altına alınır mı? Beşeri kanunlar, Allah’ın şeriatına tercih edilir mi? 

Müslüman anneler, çocuklarını tağutlara kölelik etsinler diye yetiştirmezler. Aksine Müslüman anneler; kendi çocuklarını tağutların saltanatlarını yerle bir etmeleri için yetiştirirler. Tarih bunun şahididir. Abdullah b. Said Allah ondan razı olsun Uhud harbinde yaralandığı zaman, annesi Ummu Ammara Allah ondan razı olsun onun yarasına baktı ve ona dinlenme tavsiye edeceği yerde: “Oğlum! Kalk, kılıcını al ve müşriklere hücum et” diye tavsiye etti. Oğlu İslami bir sohbete gittiği için kıyametleri koparan, oğluna her gün ”Oğlum oku, bir diploma al ve makam sahibi olmaya çalış. İslam davası senin neyine” diyen günümüz annelerinin kulakları çınlasın. Unutmayalım ki; gerçek Müslüman anne, çocuklarını tağutlarla savaşmaya teşvik eden ve kendilerine cihad ve şehadet aşkını aşılayan annedir.

Kardeşler!

Mümin erkeklerin ve mümine kadınların şeriat yolunda hayatlarını feda etmede birbirleriyle yarışmaları zorunludur. Çünkü müminlerin imanı ve cihadı hayat edinmeleri şer’i bir zarurettir. Hayatımız “ilim ve cihaddır”, diyenlerin en büyük arzuları şeriat yolunda şehadettir. Hayat arzuları şehadet olanların yarın ki rızıklarından ve hayatlarından endişeleri olmaz. Çünkü hayat arzuları şehadet olanlar bilir ve inanırlar ki; Allah’ın davasına sahip çıkanlara Allah sahip çıkar.  

İşte hayat modelimiz olan Ashab-ı kiram: Savaşlarda, tanınmış bir savaşçı olan Habib b. Seleme’nin hanımı ona sordu: “Yarın nerede olacağınızı bana söyleyin!” Habib b. Seleme ise şöyle cevap verdi: “İnşallah ben ya savaş meydanında ya da cennette olacağım.” O kadın cevap verdi: “Sen nerde olursan ben de seninle olacağım.” İşte hayırlı kadın, işte İslami aile!… Şunu unutmayalım ki cihadın farz-ı ayn olduğu mekânlarda şeriat yolunda kocasını yalnız bırakan kadında hayır yoktur.(2)

Dünyada şeref elde etmeyi sağlayacak bir sürü etken vardır… Bazı insanlar kavminin çokluğu ile şeref elde eder. Bazıları malı yani altını ve dinarı ile bazı insanlar da ilmi ve mürekkepleri ile şerefi elde ederler. Çok az sayıda insan ise kanı ve kırmızı mürekkebi ile şöhret bulur. İşte bunlar tarihi yeniden yazan, onur ve şerefi gün yüzüne çıkartan cesur ve fedakâr insanlardır.

İşte bu son kısma girenlerden birisi de kanları ile yücelen ve şehadeti elde etmiş kimselerdir. Bunların ölümü hayat, ayrılığı buluşma ve kaybolmaları hazır olmaları anlamına gelir… Bu şehidlerin bedenlerini hem Filistin’de hem de Afganistan’da çok gördük… Tanıdıklarımız arasında bu gruba girenlerden birisi de Ebu Asım’dır.

Ebu Asım (Muhammed Osman) henüz yirmisinde kültürlü bir delikanlıydı. Bilgi ve zenginlik açısından orta seviyeli bir ailede doğdu. O da her genç gibi yetişmişti. Ancak onun yetiştiği ortam müslümanların kovulduğu karanlık bir ortamdı… Bu yüzden eğitim sürecinde şefkatli ellerden mahrum kaldı. Yine kahramanımız; ruhi, kültürel ve ahlaki açıdan o dönemde kendisini yönlendirecek öğretmenlerden mahrum kalmıştı. Bu tür imkânlardan mahrum kalan birçok gencimiz gibi o da sıradan bir genç gibi büyümüştü. Ateşli kırbaçların müslümanların sırtına acımasızca indiği bir dönemde bedeninde taşıdığı ruhunu korumak için insanlarla birlikte memleketlerinden kaçanlarla birlikte o da kaçtı… Yolun ateşli olması ve çekilen çilelerin ağırlığından dolayı nefsi Allah’a yöneldi… İşe Kur’an’la başladı. Kur’an’ın saf ve berrak pınarından yudumladı. Farklı kıraatleri, tecvid hükümlerini ve tertil ile okumayı öğrendi. Yavaş yavaş Kur’an’ın ahlakı ile ahlaklanmaya başladı… Kendisi ile birlikte kalan birisi bana onun hakkında şöyle bir anısını anlatmıştı: “Biz bazen arkadaşlarla kendi aramızda dünyalık konuları gündeme getirip konuşurduk. Ebu Asım sessiz durur ve konuşmaya katılmazdı. Sonra hissettirmeden aramızdan sessizce sıvışırdı… Daha sonra onu başka bir odada Kur’an okurken görürdük.”

Kendisi her hafta pazartesi ve perşembe oruçlarını tutmayı, ayrıca gece Rabbine ibadet etmeyi severdi. İlim talep etmeye âşık birisiydi.

En son onunla bir buçuk yıl önce görüşmüştük. Yüzü parlak saçları kumraldı. Yüzünden tebessüm eksik olmuyordu. Konuştuğu zaman tane tane ve gereği kadar konuşurdu. Sanki ağzından inci çıkıyordu.

Ramazan ayı girmişti… Gençler yavaş yavaş teravih namazı için yanında toplanıyorlardı. Onlara namaz kıldırıyordu. İnsan onun sesini duyunca sanki yeni nazil olmuş gibi Kur’an’ı taptaze dinliyordu.

İşte böyle bir süreçte ailesi ısrarla memleketine dönmesini istiyordu. Kahramanımız ise asla dönmeyeceğim diyordu. Sonunda onu ikna etmek için telefona nişanlısını getirdiler. Nişanlısı telefonda ona: ‘Hayatta kaldığım sürece kimse ile evlenmeyeceğim’ diyordu. Kahramanımız Ebu Asım ise: ‘Beni unut başkası ile evlen, artık dönüş yok yaşamımda ölümüm de burada olacak’ diyordu.

Mücahidler onu çok seviyorlardı. Azıcık hareket etse değerli Kurra geliyor diye birbirlerini uyarıyorlardı. Recep ayına girilmişti. Ebu Asım sevinçten ellerini ovuşturarak: “Ah be, Ramazan ayında şehid olmak ne güzel” diyordu. Recep ayından itibaren büyük bir sevinçle Ramazanın kalan günlerini tek tek sayıyordu…

Ramazanın on dördüncü günüydü. Bu sırada Beğlan’da şiddetli çatışmalar başlamıştı. Ebu Asım çatışmalara katılmak ve mücahidlerin hücum ettiği kalenin kapısını patlamak için izin almıştı. Yetkili kişi cihada katılacak mücahidlerin isimlerini tek tek yazmıştı. Listede Ebu Asım’ın ismi de vardı. Ancak listeyi hazırlayan kişi Ebu Asım’ın yanına şehid kaydını düşmüştü.

İsimleri yazan Safiyullah kardeş: ‘Allah’a yemin ediyorum ki bu genç (Ebu Asım) kesinlikle geri dönmeyecek (şehid olacak). Hem sen onun iki gözü arasındaki şehadet nurunu görmedin mi? Şu yiğidin yüzüne baksana!…

Silahlar düşmana kurşun yağdırmaya başlamıştı… Ebu Asım bir aslan gibi ilerleyerek mayınları kalenin kapısının altına koydu ve patlattı… Kapı duvarı yıkıldı ve kâfirlerin moralleri alt üst oldu… Ebu Asım ve Şah Kalender düşmana doğru ilerleyen mücahidlerin önündeydiler. İkisine de kurşun isabet etti ve ikisi de şehid oldu. Bu iki yiğit insandan başka, çatışmada yaralanan ve şehid olan kimse yoktu…

Sabah namazının vakti gelmişti… Namaz kılınacaktı fakat Ebu Asım’ın yerine kim geçecek ve onun boşluğunu nasıl dolduracaktı? Sabah namazından sonra oturup bir Kur’an halkası oluşturdular ancak Ebu Asım’ın yeri boştu…

Ebu Asım’ın yerindeki boşluğu görünce ağlamalar başlar ve herkes orayı terk ederdi… Yemek vakti geldiğinde; bu Ebu Asım’ın tabağı denilince yemek insanların boğazından geçmezdi… Uyku vakti geldiğinde; bu Ebu Asım’ın boş yatağıdır denince gözlerden yaşlar akar ve kimse uyuyamazdı…

Rabbim Ebu Asım’a rahmet etsin. İnşallah arzuladığı şehadet makamını elde etmiştir… Artık bu kabirde uzun bir uykuya dalacaktı.

Afganistan’da yapılan savaşın bir ırk savaşı değil bilakis evrensel İslami cihad olduğuna şahitlik etmesi için kabri Hindikuş dağlarının zirvesine kazılarak oraya gömüldü.

Seni tebrik ediyoruz Ey Ebu Asım. Rabbim şehadetini kabul etsin. Rabbim bizi de seninle birlikte Firdevs cennetinde bir araya getirsin. Biz gençlere şunu diyoruz: “ İşte yiğit Ebu Asım böyle bir insandı.  Siz de onun gibi olun ve onun yolundan gidin…”(3)

————————

1. Gençler İşte Davanız, Dr. Abdullah Ulvan, s 129

2. Şeriat yolunda şehadet yarışı, Mustafa Çelik s. 29-31

3. Hûrilerin Âşıkları/Abdullah Azzam s, 62-67