Anne – Babaların Dikkatine! – 2

Nebevi Aile – Yusuf Yılmaz / 2013 Temmuz / 8.Sayı

ÇOCUĞUMUZA YAKLAŞIMIMIZI DÜZELTMEK

A. ŞARTLI SEVGİ

Bedenin havaya, suya ve yemek yemeye ihtiyacı neyse, yavrularımızın yetişmesinde ve sağlıklı bir birey olmalarında sevgi o derece önemli bir etkendir. Allah Teâla,  anne ve babaların kalbine çocuk sevgisini yavruları daha doğmadan kalplerine koymuştur. Özelde anneler bu sevgi yoğunluğunu daha fazla yaşamaktadırlar. Çocuklarının eğitimini, ona karşı belirlenecek davranış şekillerini, istikbale doğru hayallerini daha o yokken yapan anne ve babalar, özlemle beklenen çocukları doğup büyümeye başladığı anda tutumları değişmektedir. Sevgi de azalma değil de sevgi biçimlerimiz değişmektedir.

Ama çocuk kalbi, her daim anne ve babaları tarafından sevilmek ve takdir edilmek ister. Bunu bazı şartlara bağladığımız zaman ise; ara açılmaya, iletişim sorunları yaşanmaya başlar;

Eğer’li Sevgi:

Tamamen menfaate dayalı bir sevgi biçimidir. “Eğer sözümü dinlersen seni severim. Uslu durursan seni severim” vb. sözler masum ve çocuğun iyiliğine yönelik gibi görünse de içten içe çocuğun duygularını tahrip eder.

Sürekli  bu sözcükleri duyan bir çocuk; sevginin her zaman bir şarta bağlı olması gerektiğine inanır. Kardeşlerini ve arkadaşlarını şartlı sevmeye başlar. Kendi istekleri yapılmayınca onlardan nefret etmekte zorlanmaz. Anne ve babaları başta olmak üzere insanları tek kalemde çizen çocuklar bu sevgi çeşidinin ürünüdür.

Çünkü’lü Sevgi:

Devamlı olmayan, geçici bir sevgidir. “Seni çok seviyorum, çünkü çalışkansın. Çünkü uslusun…” gibi sözler, bu sevgi biçiminde sıkça söylenen sözlerdir. Bu hitaplar çocukta şöyle bir algıya sebep verebilir :” Ailem beni başarılı veya uslu olmamdan dolayı seviyor ama bu özelliğimi kaybedersem bana karşı sevgileri ya tamamen yada kısmen azalacaktır.”

İslam ahlakından uzaklaşan toplumlara baktığımızda sevgileri şartlı ve menfaatli sevgi biçimleri üzerine kurulmuştur. Becerisi, başarısı, güzelliği, gücü, parası, makamı bitenin, dostlarının ve sevenlerinin de bittiğine şahit olmaktayız.  Dün filmleri izlenme rekorları kıran, kasetleri elden ele dolaşan, çıktığı maçlar da insanları kendine cezbeden nice insanlar,  sokaklarda aç ve sefil halde yaşar hale gelmiştir. Nice anne ve babalar huzurlu(!) olsunlar diye huzur evlerine terk edilmişlerdir. Sebebi bu şartlı sevgidir…

Rağmen’li Sevgi:

Çocuğa her şeye rağmen sevildiğini hissettiren bir sevgi biçimidir. Ödüllendirirken de, cezalandırırken de sevgiyle yaklaşmaktır. Çocuğun “Anne ve Babam beni sevmiyor” diye düşünmesine engel olmaktır. Yaptığı bir yanlışta “Evet bu yaptığın büyük bir hata ama her ne olursa ben sizi seviyorum. Tabi ki bu hatanı telafi etmen için şunları yapman gerekir…” yaklaşımı çocuğu şımartmaz, bizzat hatasını anlamayı ve o hatayı düzeltmesini sağlar.

Sevilmeyen Çocuk:

Anne-babasına karşı içinde gizli bir nefret oluşur. Zamanla bunu dışa vurur.

Söylenen doğru bile olsa, sevgi görmediği ebeveynden bir şey öğrenmek istemez.

Çevresine sevgisiz, anlayışsız, ve agresif tavırlar sergiler.

Ailesi onun gözünde cehennemdir. Aile kurmayı ve bu konuda sorumluluk almayı aklından bile geçirmez.

Sevgiyi ailesi dışında ama özellikle olumsuz yerlerde aramaya başlar.

Sigara ve uyuşturucu alışkanlığı, hırsızlık, saldırganlık, bencillik ve sonunda intihar bu duygu boşluğunun eseridir.

Güvensizlik, pısırıklık, içe kapanma, korkaklık, hakkını arayamama sorunları da bu sevgisizliğin nedenidir.

B. KIYASLAMAK

Bir eş başka kadınlarla, bir koca da başka erkeklerle nasıl kıyaslanmak istemezse bilelim ki yavrularımızda başkaları ile kıyaslanmak istemeyecektir. “Bak yan komşunun oğlu babasına nasıl da güzel hitab ediyor” yada “Ahmet senin gibi sokakta oynamak yerine evde ders çalışıyor” yada “Fatma hanımın kızı Zehra senin gibi boş işlerle uğraşmak yerine evde annesine yardımcı oluyor” sözleri masumane görünse de çocuklarımızın yüreğinde yara açan ifadelerdir. Aynı zaman da çocuğumuz bundan dolayı kendini beceriksiz ve değersiz hisseder. Kıyaslandığı kişiye cephe almasına neden olduğu gibi başkalarını kıyaslamayı öğretmiş oluruz. Bunun yerine çocuğumuzu kendi yaptıkları ile kıyaslamaya çalışalım. “Geçen sergilediğin davranış güzeldi, şimdi ki olayda da aynı tutumu sergilemen gerek” gibi ifadeler çocuk açısından daha uygun karşılanabilir.

C. SUÇLAMAK

Suçlamak; tahrip etmek, çocuğu kendi elimizle kendimizden uzaklaştırmaktır. Yaşanan problemlerde ‘sen’merkezli konuşmak. “Akşamları eve geç gelen baba gün içerisinde bitiremediği işleri yine evine getirir.  Çocuk bacaklarının arasında, kafasında, kucağında, bilgisayarının tuşlarında gezinir ve babadan şöyle bir serzeniş duyar: ‘Sana kaç kez söyleyeceğim? Her zaman aynı hatayı yapıp işimi bitirmeme engel oluyorsun. Salak mısın? Çabuk odamı terk et. Delirttin beni…’

Evet bu sözlere dikkat ettiğimizde tamamen çocuğu suçlayıcı bir ifade taşıdığını görmekteyiz. Bunun yerine çocuğumuza, içimizde bulunan çalışmanın önemini hatırlatıp kendisinden yardım talep ettiğimizde ilk önceleri bize farklı mazeretler sunarak kızdırmaya devam edecektir. Ama onu farklı bir aktivitenin içine sokup yani bir boyama kitabına yönlendirmek onu ikna etmeye yetecek inşaallah. Onu suçlayıp kalbini kırmak, tamiri zor bir durumu gerçekleştirebilir.

D. ELEŞTİRMEK

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: “…Eğer bir kimse sende bildiği bir kusurla seni ayıplar eleştirirse, sen onda bildiğin bir kusurla onu ayıplayıp eleştirme.” (Ebu Davud; Nesâi)

Yavrularımızın yapmış olduğu işlerde onları eleştirmek, hepimizin fazlasıyla yanlışa düştüğü bir durumdur. Yeri geldiğinde dalga geçerek yeri geldiğinde ciddi şekilde yaptıkları olumlu veya olumsuz birçok şeylerini eleştiririz. Özellikle yaptıkları hatalarda onları eleştirmekten önce kendimize dönmemiz gerekmektedir. Bunu Allah Rasulünün hayatında şu hikaye ile görmekteyiz;

Abbad b. Şurahbil radıyallahu anhu şöyle anlatıyor: “Kıtlığa ve yoksulluğa uğradım. Bunun üzerine Medine hurmalıklarından birine girdim. Başaklarından hem kendim yedim hem de torbama doldurdum. Derken bahçe sahibi beni gördü ve yakaladı. Hem dövdü hem de torbamı aldı. Daha sonra beni Rasûlullah’ın yanına götürerek durumu anlattı. Allah Rasulü de ona;

‘Bu kişi eğer cahilse, niçin öğretmedin? Eğer açsa, niçin doyurmadın? buyurdu.” (İbni Mace)

Subhanallah…Gerçekten Allah’a ve Ahirete iman edenlerde Rasûlullah’ta güzel bir örneklik vardır. Yapılan yanlışın faturasını hatalıya kesmek yerine, yanlışa sebep olan etkenleri bertaraf etmemizi bize nasıl da  öğretiyor.

Ve özellikle de yavrularımızın eksikliğini ve hatasını insanlar içerisinde eleştirmemeye dikkat edelim.

E. MÜKEMMELLİYETÇİLİK

“İnsanlar altın ve gümüş gibi madenlere benzerler. Cahiliye döneminde hayırlı olanlar, İslam döneminde de hayırlı olanlardır.”  (Buhari-Müslim)

Altın ile gümüş, gümüş ile bakır, bakır ile de demir birbirleriyle aynı şeyler değildir. Hepimiz çocuklarımızın altın değerinde olmasını arzu eder, onlara altınmışcasına muamele ederiz. Ama bizim çocuğumuz altın değil, gümüştür. Gümüşümüzü altın yapmak için zorladıkça, onu hem gümüş olmaktan çıkarırız hem de altın yapamayız. Bunun yerine çocuğumuzun gümüş olmasına sevinmeli ve kaliteli bir gümüş olması için çabalamalıyız. Unutmayalım ki; madeni altın olan nice insanlar vardır, işlenmediği için bir bakırdan bile daha değersizdir. Ancak madeni bakır olan pek çok insan, güzel bir sanatkarın elinden çıkarak altını bile geride bırakır. Önemli olan altın veya bakır olmak değil; olduğu konumda kaliteli olabilmektir.

Ramazan ayının size, ailenize ve tüm müminlere hayır ve bereket getirmesi duasıyla