Ankara Patlamalarının Düşündürdükleri:  Filler Tepişirken Olan Çimlere Olur

Gündem – Nedim Bal / 2015 Kasım / 36. Sayı

Geçen ayın en önemli olayı hiç şüphesiz Ankara garındaki bombalı saldırı. 100’ün üzerinde ölünün bulunduğu bombalı saldırının ardından birileri katilin kim olduğunu hemen buldu ve ilan etti. Katil; Devlet ve Hükümet. Ya da Suruç saldırısının ardından  yine aynı çevrelerin söylediği gibi “Tayyip Erdoğan’ın gladyatörleri..” 

İstihbaratçıların değişmez bir kuralı vardır. Herhangi bir olayın gerçek failini bulmak istiyorsanız o olaydan en çok faydalanan, en çok istifade edeni tespit etmeniz gerekir.

Biz de bu tez üzerinden yola çıkarak olayları ve muhtemel faillerini tahlil etmeye çalışalım. Fakat bugüne gelmeden önce geçmişi hatırlamakta fayda var.

2000 li yıllara gelirken Amerika, Ortadoğu’da bir strateji değişikliğine gitti. Adına kısaca BOP denilen Büyük Ortadoğu Projesi’ni uygulamaya soktu.  Ilımlı İslâm Projesi BOP projesinin saç ayağından biriydi. Bu proje ile amaçları; İslâm’ı yeni İslâm ile yıkmak ve Müslümanı Müslümana boğdurmaktı.  Rol model ülke olarak Türkiye seçilmişti. Türkiye’nin siyasal rejiminin laik ve demokrat olması bu seçimde öne çıkmasına sebep oldu. Çünkü hem laik hem demokrat hem de İslâm olan bir devlet modeli tüm dünya Müslümanlarına pazarlanabilecekti.

 Bu projenin Türkiye’de hayata geçirilmesinin önündeki tek engel, o güne kadar ülkeyi yöneten ve ülkenin tek sahibinin kendileri olduğuna inanan Beyaz Türkler yani ulusalcı, Kemalist, elit bürokratlar ve komutanlardı. Bu sebeple ülke yönetiminden tasfiye edilmeleri gerekliydi. Tasfiye edilen bu kadroların yerine ise Müslüman görünümlü olan fakat bedenen ve kalben kendilerini Amerika ve İsrail’in hizmetine adamış abiler ve ablalar yerleştirilecekti.

Bu oluşumun tamamlanabilmesi için arkasında kuvvetli bir halk desteği olan, dindar, karizmatik ve yüksek profilli bir lidere ihtiyaç vardı. Amerika ve İsrail’in hizmetine kendisini adamış FETÖ örgütünün değerli abileri içerisinde aranan özelliklere uygun bir liderin olmayışı sebebiyle çareyi kendilerinden olmayan fakat toplumda bir karşılığı bulunan, halkın içinden çıkmış, rüştünü ispat etmiş , dindar kimliğiyle bilinen ve Karizmatik bir lider olan Recep Tayyip Erdoğan’a sarılmakta buldular.

Devlet başkanlarının bile Amerika başkanı ile görüşebilmek için yüksek aracılara ihtiyacı varken,  üstelik bu randevular bir yıl öncesinden ayarlanırken o günlerde yeni kurulan bir partinin genel başkanı olma sıfatından başka bir sıfata sahip olmayan Recep Tayyip Erdoğan,  FeTö örgütünün derin (!) himmetiyle Amerika’ya gidiyor ve Amerika başkanı ile görüşüyordu. Muhakkak ki bu sahne, hem halka hem  sermayeye hem de orduya bir mesajdı.

Nitekim daha önce Tayyip Erdoğan ile kanlı bıçaklı olan başta Aydın Doğan medyası olmak üzere neredeyse tüm muhalif Medya bir anda sessizliğe büründü. İstemeyerek de olsa   Amerika’nın ortak poz verdiği Tayyip Erdoğan’a karşı sessizliğe bürünerek bir nevi  destek vermiş oluyorlardı. Seçimler kazanılmış fakat Tayyip Erdoğan siyasi yasaklı olduğu için meclise girememişti.

Sonra olmayacak bir şey oldu. CHP’nin öncülüğünde önce Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasağı kaldırıldı. Ardından Siirt’te seçimlerde usulsüzlük yapıldı  bahanesiyle Seçimin iptaline ve yeniden tekrar edilmesine karar verildi. Tayyip Erdoğan Siirt’ten adaylığını koyarak seçimlere girdi ve kazanarak Meclise ve Oradan da başbakanlığa geldi.

Buradan bazıları şu sonucu çıkarabilir; “Tayyip Erdoğan Amerika ve İsrail’in adamıdır”. Hayır. Elde kesin bir delil olmadıkça söylentilerle,mış mışlarla böyle bir hükme varmak haksızlık ve zulüm olur. Biz bu kanaatte değiliz. Kalpleri ise ancak Allah bilir.

Bizim kanaatimiz şudur; Amerika, projelerinin hayata geçirilebilmesi için rüzgârından istifade edebileceği ve halkı peşinden sürükleyebilecek bir lider alıyordu. Kendi çıkarlarına hizmet ettiği sürece bu liderliğe açık destek verecekti.

Tayyip Erdoğan ise bu taleplerin farkında olarak bunu siyasi bir fırsata dönüştürmek istiyordu. Yani karşılıklı menfaat ilişkisi; “besle beni besleyeyim Seni”…Zaten politika denen illetin temeli de bu değil mi?

Bu tespitlerimizden dolayı bazı insanlar ılınıp, darılabilirler. Hatta öfkelenebilirler. Buna hiç gerek yok. Çünkü İslâmi camia içeresindeki birçok insan, BOP projesinin resmi eş başkanı olan Tayyip Erdoğan’ı bu konumundan dolayı eleştirirken; AK Partili politikacılar, yazar ve çizerler şu sözlerle Fetullah Gülen ve Amerika ile olan bu yakın ve derin ilişkileri savunuyorlardı.

“Büyük Ortadoğu Projesi ile 22 ülkenin sınırları değişecek. Türkiye’nin  eş başkanlığı kabul etmesiyle  bu projeleri başarısız oldu. Çeyrek asırlık proje çöktü. Bu proje; Amerika’nın Türkiye’deki islamcılarla işbirliği Projesi olarak ortaya çıktı. Başbakan bu projeyi bozdu, çomak soktu.” (Abdurrahman Dilipak-Akit gazetesi yazarı)

 2008 yılından sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın Amerika, İsrail ve Gülen ekibiyle arası açılmaya başladı. Tayyip Erdoğan’ı buna iten dört önemli sebep vardı. Tayyip Erdoğan’ın  İsrail, Amerika ve Avrupa karşıtı söylemleri başta İsrail olmak üzere ABD’de ve Avrupa da ciddi rahatsızlıklar oluşturmaya başladı. Artık Tayyip Erdoğan liderliğinde bir Türkiye  istenmiyordu.

Amerika ve İsrail, Tayyip Erdoğan’ın iktidardan uzaklaştırılması işini daha önce Ergenekon soruşturmaları ile laik, Kemalist, ulusalcı bürokrat ve komutanları tasfiye eden ve bu işte hayli tecrübeli olan paralel yapıya yani FeTö örgütüne havale ediyordu.

Amerika Düşünce Kuruluşu; CFR (Dış İlişkiler Konseyi) Türkiye’de

7 Haziran seçimlerinde Ak Parti’nin  yeniden iktidar olmamasının  tek yolu; PKK/HDP’nin  seçimlere parti olarak katılması ve % 10 barajını aşmasıydı. Eğer PKK/HDP seçimlere parti olarak değil de bağımsız adaylar göstererek girseydi seçim sistemi gereği bugün AK Parti yine tek başına iktidarda olurdu. Fakat bu planın bir başka sıkıntısı da şuydu; eğer HDP seçime parti olarak girer fakat seçim Barajı olan %10’u geçemezse bu sefer AK Parti yine açık ara ile tek başına iktidar olurdu.

Netice olarak AK Parti’nin tek başına iktidar olmasını engellemenin yolu; HDP’nin % 10 barajını aşıp meclise girmesiydi. Seçim öncesi Amerikan düşünce kuruluşu olan Dış İlişkiler Konseyi (CFR) Türkiye  ziyaretlerini yoğunlaştırdı. Bu seçim stratejisini hem HDP hem CHP hem de MHP’ye uzun uzun izah ederek gereğinin yapılması noktasında telkinlerde bulunuldu.

Muhalif partilerin kendi aralarında nasıl bir diyaloğun olması gerektiğinden tutunda, partilerin öne çıkaracakları slogan ve vaatlere kadar birçok konu üzerinde çalışmalar yapıldı. Yol haritası belirlendi.                     

7 Haziran Seçimlerinin Öncesi Ve Sonrasından Bazı Manzaralar

Üst aklın (emperyalist ve siyonizmin) belirlediği yol haritası doğrultusunda seçim öncesi ve sonrasında meydana gelen bazı ibretlik olayları hatırlayalım.

Kapitalist Faşistlerle  Komünist/Sosyalist Halkçılar El Ele

Yahudi sermayesi ile kurulan gazetelerinde ”Türkiye Türklerindir” gibi son derece ırkçı/faşist bir slogan bulunan ve KÜRT düşmanlığı ile bilinen Aydın(!) Doğan medyası, beyaz Türkleri yani kendilerini bu ülkenin tek sahibi gören entel, dantel, ulusalcı, şarapçı, Kemalist güruhu PKK/HDP’ye oy vermesi için ikna etmeye çalışıyordu. Kendilerine ait olan tüm gazete ve televizyonlarda bu amaç doğrultusunda  haber ve programlar hazırlanıyordu.. CNN TV de sazlı sözlü  Selocan güzellemeleri sahneleniyordu.

Dindarlarla(!) Ateist/Marksist HDP El Ele, Gönül Gönüle

Gülen cemaatinin gazete ve televizyonlarında da bir benzer durum yaşanıyordu. Cemaatin saf, temiz ve dindar insanlarına;  ateist, Marksist ve İslâm düşmanı olan PKK/HDP ye oy vermeleri için talimat (fetva) geliyordu.

Ne enteresandır ki; yıllar önce de aynı şeyler yaşanmıştı. Müslümanlar açısından İslâmi mücadelenin  o zorlu  günlerinde; üniversite de okuyan kızların, subay ve memur eşlerinin baş örtülerini atıp başlarını açmaları için talimat (fetva) geldiğinde hiç sorgulamadan itaat eden  o dindar(!) taban, yine aynı şekilde dinsiz bir örgüte oy verilmesi talimatı (fetvası) geldiğinde hiç sorgulamadan itaat ediyordu. Hatta bu mübarek(!) abi ve ablalar, kendilerinin oy vermesi yetmiyormuş gibi başka insanların da PKK/HDP’ye oy vermesi için  yoğun bir Davet! ve Tebliğ Çalışması yapıyorlardı.

Ah HDP, Pilavlar Sana Kurban Olsun   

CHP Çanakkale Belediye başkanı kendisinin ve etrafındaki  diğer CHP’lilerin  PKK/Hdp ‘nin başarısı için çalıştıklarını itiraf ediyor  ve Hdp’nin bu başarısından dolayı Çanakkale’de binlerce kişiye şükür pilavı dağıtıyordu.

Beraber Yürüdük Biz Bu Yollarda

 Seçim sonrası CHP milletvekili Şafak Pavey kameralar önünde Selahattin Demirtaş’la kucaklaşıyor ve “beraber iyi salladık” esprileri yapmaktan çekinmiyorlardı.

Aziz Rakiplerim (!) Sizlere Minnettaaarım

Partilerine yapılan desteğin farkında olan Hdp’nin Marksist eş başkanı Demirtaş seçim sonrası kameraların karşısına geçiyor ve kendilerine verilen EMANET OYLARDAN dolayı teşekkür ediyordu.

Seçim Sonrası Zafer Sarhoşluğu

Seçimler sonuçlanmış, 12 yıllık Ak parti iktidarı dönemi sona ermişti. Bu sonuçlardan sonra başta HDP olmak üzere tüm partiler kendilerini dev aynasında görmeye başladı. HDP’nin barış söylemleri ve Türkiyelileşmek iddiaları fazla uzun sürmedi. Zafer sarhoşluğu içinde olan HDP milletvekilleri eski fabrika ayarlarına dönerek gerçek yüzlerini ortaya koyan söylem ve eylemlerini peş peşe sıralamaya başladılar.

Önce kadın bir milletvekili köy korucularına hitaben “ya buraları terk edeceksiniz yada size KELEŞ’leri çevirmesini biz iyi biliriz” dedi.

Ardından eş başkan Figen Alçakdağ; “biz sırtımızı YPG’ye YPJ’ye ve PYD’ye dayıyoruz” dedi.

Bir başka milletvekili; “PKK öyle bir örgüttür ki sizi tükürüğüyle boğar, tükürüğüyle” dedi

MHP lideri ise her şeye HAYIR görüntüsü vererek; dost düşman birçok insana saç yoldurdu.

CHP iki partiye oranla daha tutarlı bir siyaset izleyerek kendi seçmenleri üzerinde olumlu bir izlenim bıraktı.

Şuan MHP ve HDP’ye oy verenlerin bir çoğu kendi içinde pişmanlıklar ve gelgitler yaşıyor. Bu oyların yeniden AK partiye dönme ihtimali kuvvetle muhtemel.

 Katil Kim? 

Yazımızın başında dediğimiz gibi Ankara’daki patlamaların arkasındaki  faillerin kim olduğu sorusuna doğru cevap bulabilmek için önce doğru sorular sormak gerekir.                                                    

Birinci soru; Şuan PKK ile hem kırsal da hem de şehirler de kıyasıya bir mücadele veren Devlet; böyle bir saldırı düzenleyerek ne kazanabilir?

İtibar mı? Hayır. Güç mü?. Hayır. Halkın güvenini mi? Yine hayır.. Tam tersine, Devlet böyle bir olayı gerçekleştirdiği an; hem itibar, hem güç, hem de güven kaybeder.. O halde devletin böyle bir olayın arkasında olması uzak bir ihtimaldir.

İkinci soru; AK Parti böyle bir saldırıdan dolayı oylarını artırabilir mi?  

Kuş kadar beyni olan hiç kimse AK Parti’nin böyle bir olaydan sonra sempatizanlarının artacağını ve oylarının yükseleceğini söyleyemez. Böyle bir olayın en fazla zarar vereceği parti şüphesiz Ak partidir. Dolayısıyla bu olayın arkasında AK Parti’nin olması da çok uzak bir ihtimal. Hatta küfrün SÖZCÜ’sü bile patlama hadisesinden sonra AK partinin oylarındaki  yükselişin durduğunu büyük bir mutlulukla sayfalarından duyurdu.

Üçüncü soru; bu olay en fazla kimin işine yarar?

HDP nin İşine Yarar.

AK Parti’den HDP ye giden oylarda hızlı bir geri dönüşün olduğu herkes tarafından biliniyor. Bu oy kayıplarının önüne geçilmesi ve emanet Oyların da HDP’nin elinden çıkmaması için masumiyet ve mağduriyet edebiyatı yapmaya fırsat verecek ve ırkçılık damarlarını kabartmaya yarayacak böyle bir olaya en çok HDP’nin ihtiyacı vardı.

Pkk’nın İşine Yarar.

PKK,  Barış sürecini sona erdirdiğini ilan etmesinin hemen ardından seri eylemlere başlamasıyla beraber psikolojik üstünlüğü ele geçirmişti. Fakat devlet güçlerinin kararlı ve net tutumu karşısında Pkk ciddi kayıplar verdi. Bölgedeki itibar ve üstünlüğünü neredeyse kaybetme noktasına geldi. İşte tam bu aşamada acilen devletin dikkatini kırsaldan başka yöne çekecek büyük çaplı bir olaya ihtiyaç vardı. Senaryo aslında belli idi.  PKK/ HDP ye yönelik  büyük bir olay olacak, ardından PKK/HDP’li yöneticilerin tahrik ve çağrılarıyla Kürt halkı  ve gençleri sokağa dökülecek, bu kalkışmaya  başta DHKP-C olmak üzere tüm sol örgütlerde aynı anda  destek verecek, insanların mallarına ve canlarına saldırılar olacak ve olaylar tüm yurt geneline yayılacaktı . Böylece devlet Doğu’daki dikkatini mecburen Batı illerine çevirecek, olayları bastırmak için tüm gücünü ve çabasını harcayacaktı. Bu durum ise PKK’nın nefes almasını sağlayarak toparlanmasına fırsat verecekti.

Ama beklendiği gibi olmadı. Özellikle Müslüman Kürtler ateist, Marksist ,Sosyalist İslâm düşmanı PKK/HDP’nin oyununa gelmedi.Sonuç olarak Ankara garında meydana gelen bombalı saldırıları tahlil ederken bu saldırılardan en çok zarar görecek olanın devlet ve hükümet olacağını buna mukabil böyle bir olayın en çok da PKK’nın ve HDP’nin işine yarayacağını görmemek için ya kör olmak ya da deve kuşu gibi kafayı kuma gömmek gerekir.

Aslında bu olay FİL’lerin çatışmasıdır. Yani Avrupa, Amerika ve İsrail’in Türkiye’de iktidarı devirme mücadelesinin devamıdır. Bu savaşta yok olanlarsa FİL’ler için önemsiz olan karıncalardır.

Şuan Türkiye istihbaratı, PKK’dan  daha çok PKK içindeki  yabancı istihbaratlarla uğraşmaktadır. Mit müsteşarı Hakan Fidan’ın 5.Dış elçiler toplantısında sunduğu rapor bu gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor: ”PKK Öcalan’ın kurduğu PKK olmaktan uzaklaştı. Örgüt içindeki yabancı uyruklular önemli bir sayı ve gücü teşkil ediyor. Şuan sahada tespit edebildiğimiz 1600 den fazla yabancı ajan/militan var.”

Peki IŞİD veya DAEŞ Bu Saldırıların Neresinde???

Ne içinde ne de dışında!!!!!

 IŞİD; ümmeti Muhammed’in Suriye’deki Şanlı cihadının neresinde duruyorsa, yaptığı işler ve eylemlerle hangi misyona, hangi amaçlara ve kimlere  hizmet ediyorsa Ankara garındaki saldırılarda da aynı konumunu devam ettirdiğinden hiç şüpheniz olmasın..

Allah’a emanet olunuz . Esselamu aleykum.