Bosna’da Türkiyeli Bir Şehit Ahmet Pınar (1963-1992)

Türkiyeli Şehitler – Cihan Malay / 2025 Mayıs / 150. Sayı

1463 yılında Müslümanların fetihleri ile Osmanlı tarafından yaklaşık 400 yıl İslam’ın güzellikleriyle huzur içinde yaşanılan Bosna, sonrasında bu huzur ve mutluluğa hasret bıraktırıldı.

Avrupa’da geçtiğimiz yüzyılın en barbarca katliamlarından biri, Bosna Savaşı’nda yaşandı. (1992-1995) Tarih bir daha Batı’nın insan hakları(!) söyleminin yalan olduğuna şahitlik etti. Onların insan hakları diye dillerine doladıkları sözleri, kendilerinden başkasını kabul etmeyen bir gerçekten başkası değildi. Onlar bir daha Müslümanlara yapacakları katliamlar ve öldürmeler için fırsatı ele geçirmiş ve bunu en vahşi şekilde tekrar gerçekleştirmişti.

Müslüman Boşnak halkı, Avrupa’nın ortasında câni ve kâtil Sırp çetelerinin ve onlara destek veren Batılı yandaşlarının gözleri önünde katliam, sürgün ve tecavüzlere maruz kaldı.

Sırplar “Büyük Sırbistan” planı çerçevesinde en büyük düşman olarak Boşnakları görmüş, planının uygulamaya konulabilmesi için öncelikle Bosna Hersek topraklarının alınması gerektiği de hâkim bir görüştü. 1992-1995 yılları arasında süren Bosna savaşı, Bosna’daki tüm toplumlar için bir trajedi oluştururken, özellikle Boşnaklar açısından ağır sonuçlara neden olmuştur. Bu savaş etnik temizlik ve soykırım kavramlarını üretmiştir. Ölen yaklaşık 200 bin kişinin 160 bini Boşnaklardan oluşmuştur (O dönemde 1.800.000 olan Boşnak nüfusun yaklaşık % 10’u).[1]

Sadece Srebranisa’da Temmuz 1995’te yaşanan katliamda resmi kayıtlara göre en az 9.000’e yakın Müslüman Boşnak katledilmiştir. Halk BM Barış Gücü tarafından bu şehirde kurulan toplama kampına yerleştirildi. Ardından da yaklaşık 25.000 kişi ve şehir, katil Sırplara teslim edildi.

Boşnak halkı kendilerine yapılanlar karşısında, Müslümanların içlerinde bulunan “özgürlük tutkusu” bir daha gün yüzüne çıktı ve çok kısıtlı karşı koyma imkanlarıyla Aliya İzzetbegoviç liderliğinde halkın kurtuluş mücadelesi başladı. Onlara dünyanın farklı yerlerinden Müslümanlar da katıldı.

Fatih Sultan Mehmed Han ve sonraki zamanlarda fetihler ile İslam ile şereflenmemiş Balkan topraklarını fetihler ile İslamlaştıran Müslümanlar, dedelerinin izinde tekrar İslam’a karşı açılan savaşta Müslümanların haklarını savunmak için Türkiye’den Bosna Savaşı’na katıldılar. Onlardan biri de Ahmet Pınar.

HAYATI

Ahmet Pınar, 15 Kasım 1963’te Nevşehir’in Ürgüp ilçesindeki Başdere kasabasında dünyaya geldi. Ailesinin tek çocuğuydu. İlkokulu burada okuyup bitirdikten sonra İmam Hatip Lisesi’ni üçüncü sınıfa kadar Kayseri’de, üçüncü sınıftan sonra da Nevşehir’e gelerek Nevşehir İmam Hatip Lisesi’ni bitirdi.

1982 yılında aynı kasabadan olan biriyle evlenen Ahmet’in bu evliliğinden 1983’te Zehra, 1985’de Mehmet, 1988’de Musab ve babasının şehadetinden dört ay sonra Ahmet dünyaya geldiler. 

20’li yaşların başlarında iki yıla yakın bir süre imam-hatiplik yaptıktan sonra 1991 yılında kazandığı imam-hatiplik sınavına rağmen imamlık görevi yapmayı bırakan Ahmet, gençlerin İslami bilince sahip olması adına çalışmalar yaptı. Bu çalışmalarının meyvesi olarak 1992 yılında Nevşehir İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği’ni kurdu ve başkanlığını yaptı.

Müslümanların içinde bulunan halin bir gün gelecek değişeceğine inanmış olarak eşine, “Bu ortam bir gün düzelecek, Müslümanlar da bir gün gülecek. O gün inşallah zafere ilk biz erişeceğiz” derdi. Bunda kadının önemli rol üstlenmesi gerektiğini de şöyle dile getirirdi: “Her zaman siz kadınların vazifesi çok ağır, bizim arkamızdan en büyük fedakârlığı sizler yapacaksınız. Bizler bugün varız, yakın yokuz.” diye nasihat ederdi.

BOSNA’DA ŞEHADETE KAVUŞMA

Bosna’da yaşanılan toplu katliamlar ve halkın bu zulme karşı imkanlarının kısıtlılığına rağmen verdiği mücadele, onu daha fazla bekleyerek razı olmamaya itti. 1992 yılının Ekim ayında yaşanılan drama ve katliamlara sessiz kalmayarak orada ki halka yardım etmek üzere Bosna’ya gitti. (1 Ekim 1992)

Türkiye’den Bosna’ya giden bir mücahit savaş sürecinde yaşadığı bazı olayları şöyle anlatıyor:

“Mücahidler yaptıkları bütün operasyonlarda Allah’ın yardımını gözleriyle görerek büyük zaferler elde etmiştir.

O Allah ki Rasûllullah’ı bir mücahidle rüyasında konuşturdu. Allah Rasûlü mücahide şöyle diyordu: “Bosna’daki cihat haktır. Ben Bosna’da cihad eden mücahidlerden memnunum” dedirtendir. Allah ne yücedir.

O Allah ki operasyonda beş metre yükseklikte beyaz cübbeli melekleriyle Sırpları korkutan ve onların dikkatini göğe çekerek mücahitlere yardım edendir.

O Allah ki Sırp kafirlerinin uçaklarını, mücahidlere silahlar taşıması için gökyüzünde çalıştırandır. Böylece Sırp kafirlerinin cehenneme gitmesinde mücahidlerin ellerini buna vesile kılandır.

O Allah ki operasyonda susayan bir mücahide huri ile su gönderen ve hurilerin mücahide su içirmelerine kadir olandır.

O Allah ki cihaddan sonra binlerce insana hidayet edendir.

Bosna’da mücahidlerin kerametleri bitmiyor.

Mesela operasyonun birinde hiç ateş açılmadan bir Sırp hendeğinde 7 tane kafir Sırp cehenneme yuvarlanmış olarak bulunuyor.

Bizler burada Sırplara tanık oluyoruz, bağırıyorlar, “Babalarınıza, analarınıza tecavüz ettik, veledlerinizi kestik” diye. Bunları bırakıp da cihaddan dönülür mü? “Köylerinizi yaktık, babalarınızı kestik” diyen kafirler, açık açık gözlerimizle gördüğümüz Allah’ın yardımıyla cehenneme yuvarlanmışlardır.

Ve Bosna’daki bir avuç Müslüman da ya iman üzere öldürecekler ya da kafirlerin istediği gibi dinleri unutturup kafir edilecekler.

Nerede zulüm var, karşısında Müslümanlar bulunmalı.

Unutmayalım ki Müslüman cihadsız olmaz. Cihadsız hayat olmaz. Ölümde şehadetsiz olmamalı. Bir Müslümanın içinde devamlı cihad ve şehadet duygusu olmalı.

Şu anda Bosna’da ateşkes ve anlaşma var. Bu anlaşma sadece Sırp kafirlerine yardım için yapıldı. Bosna’daki mücahidlerin ve Bosna Ordusu’nun büyük bir şekilde ilerlemesine dayanamayan kafirlerin antlaşmaya başvurmalarıdır. Son operasyondan sonra dünyanın silahı mücahidlerin eline geçti. Bu anlaşmaya Müslümanlar kanmasınlar. Birleşmiş kafirler Avrupa’nın ortasında bir İslam ülkesinin kurulmasına razı olurlar mı sanıyorsunuz?”[2]

Tarihler 28 Aralık 1992’yi gösterdiğinde, Saraybosna yakınlarındaki İlyaş’ta Sırplarla girdiği çatışmada kendilerinden önceki şehitlerin yolunu sürdüren bir şehit daha toprağa düştü: Şehit Ahmet. Şehadetin mübarek olsun. Kabri Zenica’nın Arnavuti köyündeki şehitliktedir. Türkiye’den bölgeye giden Ramazan Çelik, Renda Tosuner ve Sait Başer’de aynı çatışmada şehit düştüler.

“Bir kutsal yük omuzlarda, gizli nefeslerde…

İlkbaharda nasıl canlanırsa toprak, ağaç, yaprak, çiçekler. Öylesine sular gibi, sular gibi yürür kanlar, damarında yeryüzünün. Bir şehit düşünce toprağa…” (Taner Yüncüoğlu)

Nevşehir Alemdar İmam Hatipliler Derneği Başkanı Mehmet Kahraman onu şöyle anlatıyor:

“Ahmet Pınar ağabeyimiz, gençliğin İslamî şuur sahibi olması için tüm vaktini adayan biriydi. Kendisini İslam’a adamış, peygamberî bir metod takip ederek doğru bildiğini her fırsatta insanlara iletmeye çalıştı. Sohbeti dinlenir, onunla olduğunuz zaman yorgunluğunuz gider, içiniz açılırdı. Çok cömertti, ikram etmeyi sever, yanında iki lokma ekmeği olsa onu gençlerle paylaşırdı.

Bir defasında babasının yaptırdığı bir ev için ‘Baba bırak dünya evini birazda ahirete çalışalım’ diye, nazik fakat anlamlı bir ifade kullanmıştı.

İslam’ın bâtıl karşısındaki muzafferiyetini temsilen “Zafer” mahlasını kullanırdı. Hep şehadet özlemi vardı dilinde ve hayali Bosna Hersek’te gerçeğe dönüştü. Rabbimiz, şehadet mertebesi sevdalısı Ahmet Pınar ağabeyimizden razı olsun.

Ahmet’in geride bıraktığı ailesinden bazı bilgileri aktarmak istiyorum. Müslümanların yardımıyla ailesinin oturacağı iki katlı bir ev alındı. Üçüncü katında ise ince işleri kaldı. Şehidin aile efradının her türlü ihtiyaçları, kardeşlerimiz tarafından karşılanmaktadır. Şu an ailesi şehit kanının bereketiyle, şehit ailesi olarak şerefli ve sağlıklı bir hayat sürdürmektedir. 

Kıymetli kardeşlerim, örnek olsun diye birkaç şey daha söylemek istiyorum. Kayınpederi şehadet haberini aldığında, aynen şu cümleyi söyledi: “Elhamdülillah, ben de bunu bekliyordum. Keşke giderken bana da haber verseydi de birlikte gitseydik.”[3]

EŞİ ŞERİFE HANIM İLE YAPILAN ROPÖRTAJ

Herkes gibi biz de duymuştuk, bir kardeşimizin daha Bosna Hersek’e gittiğini.

Belki de şehidler kervanına bir yiğit daha katılacaktı. Ama bu farklı bir yiğitti. Geride 29 yaşında genç bir hanım, biri yakında doğacak olan 4 çocuk bırakmıştı. Bunlar “Ne yer ne içer” dememişti. Çünkü rızıkların Allah tarafından verildiğine kesin inanmıştı.

Yediden yetmişe tüm Nevşehirliler, “Ona başka türlü bir ölüm yakışmazdı, çok sevdiği Rabbine ve arzu ettiği şehitlik makamına kavuştu” diyorlardı.

“Çocuklarımı Babalarının Yolunun Takipçisi Olarak Yetiştireceğim”

– Şerife Hanım, önce eşinizin şehadetini tebrik ediyoruz. Bize kendinizi tanıtır mısınız?

Teşekkür ederim. Elimden geldiğince sorularınızı cevaplamaya çalışacağım. 11 yıllık evliyim, 29 yaşındayım. Üç çocuğum var, kızım Zehra 10, oğlum Mahmut 7 ve Mus’ab 4 yaşındalar. Bir çocuğumuz da inşaallah yakında doğacak.

– Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Bir de bebek bekliyorsunuz.

Çok şükür iyiyim. Eşimin şehadet şerbetini içmesini, sevinçle karşıladım. Doğacak çocuğum, babasını görmese bile, bir şehit çocuğu olarak dünyaya gelmesi ve ilerde büyüyünce, “Ben doğmadan babam Bosna’da cihad ederken şehit olmuş” diyebilmesi, bir gurur vesilesidir. Çocuklarım ve ben, şehidimizin anısını taptaze yaşatacağız. Bana düşen asıl görev de çocuklarımı şehit babalarına layık bir şekilde yetiştirmektir.

Ben onu tanıdığımdan beri, hep cihad ediyor ve şehadet istiyordu. İstediğine de kavuştu.

– Eşinizin gitmeden önceki son günlerinden biraz bahseder misiniz?

Bana ve gençlere hep nasihat ederdi: “Durmayın, Allah yolunda çalışın. Namazınızı dosdoğru kılın.” Kendisi de çocukluğundan beri, bir vakit namazının dahi kazaya bırakmamıştı. Çoğunlukla, özellikle de son zamanlarda ellerini başının altına koyar ve derin derin düşüncelere dalardı. Az konuşur, çok tefekkür ederdi.

Bizimle son kez birlikte olduğu gün “Şerife sen yat uyu. Beni uyku tutmuyor, ben mektup yazacağım” diye kalktı. Onun bu düşünceli hali, beni de uyutmamıştı. Daha sonra uyudu. Sabah namazına kalktık. Namazdan sonra da kasabadan patates alıp talebelere götüreceğini söyledi. Mealli Kur’an’ı Kerimi ve dosyasının içine koyduğu birkaç notu da alıp selam vererek her zamanki gibi evden çıktı. O’nu her zaman olduğu gibi, yolcu ettim. Gitmeden önce herkesle görüşmüş ve helallik almış.

– Eşinizin İslami faaliyetlerini biliyoruz. Sizin de bu gibi faaliyetleriniz var mıydı?

Eşim çok faal bir insan olduğu için, ben çok fazla katılamazdım. Yalnız çocuklara tecvidli Kur’an dersleri veriyordum. Eşim misafiri çok sever ve eve sürekli misafir getirirdi. Bana da sürekli “Şerife, sen de ocak başında hizmet et. Allah için sofran yerde olsun. Ben inanıyorum ki, sen cenneti ocak başında kazanacaksın, bir kap yemeğimiz de olsa, Allah onun bereketini verir. Elin her zaman açık, sofran yerde olsun” derdi.

– Peki siz onun Bosna’ya gittiğini duyduğunuzda, ne düşündünüz? Geri gelmeyeceğini, şehit olacağını hissettiniz mi?

Kendisi sürekli sohbetlere, toplantılara, Nevşehir dışına giderdi. Ancak, birkaç gün sonra gelirdi. Bu sefer gecikince soruşturdum. Bana “Ankara’ya gitti, Bursa’ya gitti” diye cevap verdiler. Daha sonra bir gün kız öğrenciler bir mektup getirip, “Mektup sana Şerife Abla” dediler. Bana gelmişse okuyalım, yabancı yok” dedim. Onlar “İçeri odada okuyalım” diye ısrar edince, odaya geçtik. Mektupta Bosna’nın durumunu ve Bosna’ya cihad için gittiğini yazmıştı. Bana haber vermeden gittiği için biraz üzüldüm tabi. Mektubunda “Şerife, sen Müslüman kardeşlerimin yanındasın. Buradaki Şerifelerin durumunu görseniz, değil erkekler, siz kadınlar bile yerinizde duramazdınız.” Ben bunları öğrenince, O’nun artık geri gelmeyeceğini ve şehit olacağını tabi ki hissetmiştim.

Sürekli “Ya Rabbi! Ben, üç çocuğumla ve doğacak bebeğimle birlikte Ahmetsiz yaşamaya razıyım, yeter ki oradaki kadınlar kurtulsun” diye dua ediyordum. Çocuklar da benim bu halimi gördükçe “Anne, babamız bir daha geri gelmeyecek mi?” diye soruyorlardı. Ben de onlara elimden geldiğince şehadeti, şehadetin önemini ve en büyük ibadet olduğunu anlatıyordum. Babalarının şehit olmaya gittiğini söyleyerek, onları ve kendimi şehadet haberine hazırlıyordum.

Şehit olacağına yakın iki gün üst üste, rüyamda Ahmet’i kanlar içerisinde gördüm. Rüyamı babama anlattım. “Acaba Ahmet şehit mi oldu?” diye sordum. Babam da “Yok, her halde bu günlerde çok anıyoruz da ondandır” dedi. Ama ben şehit olacağını hissetmiştim.

– Eşinizin şehadet haberini nasıl aldınız?

Haberi önce babamlar duymuş. Bana hemen söylemediler. Önce beyimin arkadaşları, ardından da hanımları eve gelmeye başladılar. Herkeste bir durgunluk vardı. Ben artık iyice şüphelenmeye başlamıştım. “Bir haber mi var?” diye sordum. “Yok” dediler. Öğle namazını kıldık, ama benim içim yanıyordu. Misafirlere yemek ve çay teklif ettim, istemediler. Ben de babamı dışarıya çağırıp “Baba, Ahmet’ten bir haber mi geldi, yoksa şehit mi oldu?” diye sordum. Babam da “Evet kızım, haber geldi, çok şükür Allah’a. Ahmedim şehit olmuş, sen de şehit hanımı oldun” dedi. Ben bir an için, olduğum yere yığılıp kalmışım. Bir anlık baygınlık. Kendimden geçtim. Ama Allah sabır ve kuvvet verdi. Kendime gelir gelmez, “Çok şükür, şehit hanımı oldum. Çocuklarım da şehit çocukları oldular. Bu mertebe herkese nasip olmaz, şehitler ölmez, onlar diridirler. Rableri katında rızıklandırılmaktadırlar” ayetini düşünerek, Rabbimin de yardımıyla, hemen toparlanıp abdest aldım. İki rekât şükür namazı kıldım ve şükür secdesine kapandım. Hiçbir zaman, Rabbime isyan etmedim. “Keşke ben de onun yanında olsaydım da ben de onunla beraber şehit olsaydım” diye düşündüm.

– Peki, toplum, çevreniz ve yakınlarınız nasıl karşıladılar?

Eşim gidince, üzerlerine düşen vazifeyi fazlasıyla yaptılar. Maddi olarak hiçbir sıkıntı çekmedik. Bilhassa hanımlar beni tebrik ediyorlar. Yakınlarım da “Ne mutlu sana Şerife, hiçbirimize nasip olmayan mertebe, sana nasip oldu” diyorlardı. Birçok başka şehirlerden gelen de aynı şekilde “Ne mutlu sana, keşke senin yerinde olabilseydik” dediler.

– Bundan sonraki yaşantınızda neler yapmayı düşünüyorsunuz? Şahsınıza ve çocuklarınıza yönelik olarak.

Ben de çocuklarımı babaları gibi birer tebliğci olarak yetiştirmeye çalışacağım. İnşaallah ilerde birer İslam askeri olacaklar.

– Son olarak Müslüman hanımlara öneriniz nelerdir?

Ahmet bize ve onu sevenlere, canlı bir örnektir. Sizler de bilhassa hanımlar; kocalarınızı, babalarınızı ve oğullarınızı, bu yüce mertebeden alıkoymayın. Bu dava hepimizin davasıdır. Bu yolda hep birlikte çalışmamız gerekir. Herkes Bosna’ya gidecek, diye bir şey yok tabi. Ama insan yaşadığı müddetçe, Allah’ın dinini korumak için çalışmalı; malını, canını bu yolda harcamalıdır. Bütün hanımlar, kocalarını teşvik etsinler. Onlara eve geç geldiklerinde “Nereden geliyorsun, niçin geç kaldın?” bile demesinler. Ben eşime, bu konularda, hiçbir zaman, engel olmadım. Cebindeki harçlığını, çocuklarına değil de öğrencilere verdiğinde, bu sevaba biz de ortak olduğumuz için onun kadar sevinirdim.

Yaptığımız her hayrın karşılığını mutlaka görürsünüz. Biz bunun canlı bir örneğiyiz.

– Sizleri yorduk. Hakkınızı helal ediniz. Çok teşekkür ederiz. Ben de teşekkür ederim.[4]

KOMŞULARININ DİLİNDEN ŞEHİT AHMET PINAR

O, hep içten davranır ve samimiydi. Bütün Müslümanlarla iç içeydi. Onu anlatmakta, gerçekten güçlük çekiyoruz. Hiç kimseyi dışlamazdı. Ben öyle sanıyorum ki, Nevşehir böyle bir yiğidi bir daha zor görür.

Giderken, bütün dostlarını ziyaret etmiş.

Talebelerle iç içeydi. Benim kardeşim, biraz zamane çocuğuydu. Onun için üzülür, hep dua ve nasihatte bulunurdu. Bosna’ya giderken, onlara bile ayrı ayrı mektup bırakmış. Hatırlarını almış, nasihatlerde bulunmuş.

Benim oğluma da cepheden mektup göndermiş. Sizlere ve ev halkına selamlar. Ve ömür boyu, bereketli İslami çalışmalar dilerim. Annende yoluna devam etsin diyor, mektubunda.

Evinde hanımı olmasa bile, okul çocuklarını evine götürür, onlara kendi eliyle yemek yapar yedirir, karınlarını doyururdu. Gönderirken de hep sorarmış, “Harçlıksız kalmayın, harçlığınız var mı?” diye.

Benim kardeşim onun sayesinde İslam’ı yaşamaya başladı. Bizleri toplar, pikniğe götürürdü. Talebeler arasında hiç ayırım yapmazdı. Yemekleri de kendisi hazırlardı. Ben hayatımda öyle lezzetli yemekler yemedim. O hepimizin abisiydi.

Onun sayesinde bizler bir araya geldik, birbirimizi tanıdık. Onun kanı toprağa düştü ya, sanki Nevşehir değişti. Bizler de onun yolunun yolcusu olmayı arzuluyoruz.

O, misafiri çok severdi, ikram ederdi. Bizler de onun şehadetini kutlamaya gelen misafirleri bağrımıza bastık.

Şehidimiz gönlümüze taht kurdu. Onu her zaman anacağız. Hatıralarını canlı tutacağız. Bize emanet ettiği ailesini de en güzel şekilde sahip çıkacağız.[5]

KAYNAK

Mehmet Ali Tekin, Bosna Şehidlerimiz, 1.Baskı, Nisan-2014.


[1]. Harun Semercioğlu, Bosna Hersek’te Yaşanan Boşnak-Sırp Çatışmasının Analizi, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Güz-2017 Cilt:16 Sayı:63, s.1346.

[2]. https://www.ahmettanerkislali.com/wp-content/uploads/2019/10/umut_davasi_11.pdf

[3]. https://www.fibhaber.com/bosna-sehidi-nevsehirli-ahmet-pinar-unutulmadi (Erişim Tarihi: 15.04.2025)

[4]. Yeryüzü Dergisi, Mayıs 1993, Sayı: 28, s.14.

[5]. Yeryüzü Dergisi, Mayıs 1993, Sayı: 28, s.15.