Önyargılar ve Yanlış Tutumlar Arasında Bir Nizam; Şeriat

Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2025 Mart / 148. Sayı

Osmanlı Devleti’nin yıkılışı ve hilafetin ilgasıyla beraber Müslümanların gündemine düşen mühim meselelerden birisi de şeriat meselesidir. Aradan yüzyılı aşkın bir süre geçmesine rağmen mevzu hala sıcaklığını korumakta dönem dönem daha da alevlenmektedir. Görünen o ki mesele kapanmak bir yana uzun bir süre daha Müslümanların gündeminde var olmaya devam edecektir.  

Esasında şeriat meselesi sadece modern dönemin değil İslam tarihinin her döneminin ana konusudur. Kavramsal ve olgusal olarak şeriat nev zuhur bir hadise değildir. Müslümanlar ilk vahyin geldiği andan itibaren her daim, İslam ahkamı olan şeriatı ferdi, ictimai ve siyasi olarak uygulamaya, İslam toplumunun rehberi kılmaya gayret etmiştir. Ancak modern döneme gelindiğinde bu ana gündemde çok büyük değişiklikler meydana gelmiştir. Zira daha önceki dönemlerde Müslümanlar yürürlükte olan şeriatı nasıl daha iyi uygulayabileceklerinin derdindeyken bu son dönemde siyasi olarak yürürlükten kalkan şeriatı tekraren uygulamanın nasıl ve ne şekilde mümkün olacağına odaklanmış durumdadırlar. Çünkü şeriatın tatbik edildiği bir ortam kalmamış ve bu durum Müslümanları derin bir üzüntü ile ciddi bir arayış içine sokmuştur.    

Peki, şeriat ve tatbiki Müslümanlar için neden bu kadar önemlidir? Aradan yıllar geçmesine rağmen Müslümanlar neden bu mevzuyu hala canlı bir şekilde gündemlerinde tutmakta, karşı olanlar da itirazlarını aleni bir şekilde göstermeye devam etmektedir?

Bu hususu anlamak için şeriatın ifade ettiği manaya dikkat kesilmek gerekecektir. Bu manayı ıskaladığımız zaman meselenin özünü kaçırmış olacağımızdan ötürü tartışma bize yersiz ve anlamsız gelecektir. TDV Ansiklopedisi’ne göre şeriat; İslâm’a ait dinî, ahlâkî ve hukukî hükümler bütünü anlamında bir terim. Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğüne göre ise; “Kur’an’daki ayetlere, Hz. Muhammed’in sözlerine dayanan İslam kanunu; İslam hukuku.”

Tanımlardan da anlaşılacağı üzere Şeriat; Allah azze ve celle’nin tüm insanlık için vaz’ ettiği dini mübin olan İslam’ın bizatihi ta kendisidir. Kur’an-ı Kerim’in iki kapağı arasında bulunan, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den sahih olarak nakledilen her şey şeriattır. Hal böyle olunca şeriatın adının dahi anılmasından rahatsızlık duymak bir yana onun destekçisi olmak her Müslüman için dini bir vecibedir. Bu bakımdan Müslüman bir kimsenin şeriatı savunmasından daha doğal bir şey yoktur. Doğal olmayan, Müslümanım diyen kimsenin şeriattan haz etmemesi ve uğrunda gayret göstermemesidir. Günümüzde doğallığını kaybeden tek şey yediklerimiz ve içtiklerimiz değildir. Müslüman kimliğimiz de ciddi bir erozyona uğramıştır. Filhakika yaşadığımız toplumda kendini Müslüman olarak isimlendiren kişilerin azımsanmayacak kadar önemli bir kısmı için şeriat hiç de müsbet anlamlar ifade etmemektedir. Esasında bu durum şaşırtıcı gibi gözükse de buna sebep olan amillerin yüzyılı aşkın zamandır varlığını devam ettirmesi düşünüldüğünde ortada garipsenecek bir şey kalmamakta. Öyle ya Müslüman olan bu toplum hiçbir sebep ve dayatma yokken bir günde şeriat karşıtı olmadı ya! 

Neden Karşılar?

Şeriat karşıtlığından bahsederken altını çizmemiz gereken mühim bir husus vardır. Yaşadığımız toplumda belirli sebeplerden ötürü şeriata olumsuz bakan bir kitlenin var olduğu muhakkak. Ancak bu kitle kimi zaman sanki toplumun kahir ekseriyetiymiş gibi algılanmakta ya da öyle lanse edilmektedir. Hakikatte ise bizim toplumumuz kavramsal olarak şeriata her ne kadar layık olduğu ilgi ve alakayı göstermese de özlerinde ona karşı tam bir bağlılığın olduğunu söyleyebiliriz. Şeriata menfi bakan kişilerin birçoğuna “Ama şeriat İslam’dır” denildiğinde oluşan tablo bunun en büyük göstergesidir. Bu bakımdan, var olan şeriat karşıtlığı çoğu zaman suretendir ve yerini hakikate kolayca bırakabilecek kadar cılız ve köksüz bir tepkinin ifadesidir.

Toplumdaki şeriat karşıtlığının sebeplerine gelince; bu husus tahlil edildiğinde karşımıza dört ana etken çıkmaktadır.

Birinci etken; mevcut sistemde İslam’a en ufak bir yerin dahi ayrılmamış olmasıdır. 1921 ve 1924 Anayasası’nda yer alan “Türkiye Cumhuriyeti’nin Dini İslam’dır” ibaresinin 1928 yılında TBMM’ye sunulan kanun teklifi ile kaldırılmasının ne anlama geldiğini iyi düşünmek gerekir. İslam’ın adından dahi rahatsızlık duyan bir yönetimle idare edilen insanların sıkı bir şeriat savunucusu olmasını beklemek safdillik olacaktır.

İkinci etken; imansızlıktır. Belirli bir kesim var ki; bunlar gerçekten İslam’a düşmanlık beslemekte ve şeriatı kendileri için bir tehdit olarak görmektedirler. Din ve imanla hiçbir alakası olmayan bu insanlar şeriata karşı çıkarken ne yaptıklarını bilerek kasti bir tavır ortaya koymakta, bunu büyük bir kin ve nefret ile devam ettirmektedirler.  

Üçüncü etken; cahilliktir. Şeriata karşı olduğunu söyleyenlerin büyük bir çoğunluğu busebepten ötürü karşıdır.Köklü bir bilgiye sahip olmaksızın karşıt olan bu kitle esasında “İslam, şeriat, yönetim, sekülerizm” gibi kavramlardan oldukça habersizdir. Şeriat aleyhtarlarının yaptığı propagandaların tesirinde kalarak böyle bir refleks göstermiş olduklarından ötürü ne konuştuklarını neyi savunduklarını dahi tam anlamıyla idrak edemezler. Hakkaniyetli bir tutuma sahip olduklarında ikna edilmeleri en kolay olan karşıt kesim bu kesimdir.

Dördüncü etken ise; kötü örnekliktir. Şeriatın insanlık için uygun bir nizam olmadığını savunan bu kesimin hafızasında, şeriat adına ortaya konulan kötü örnekler tazeliğini her zaman korur. Gerçekten de kabul edilemez hatalarla malul olan şeriat teşebbüslerinin çok ciddi bir kitleyi olumsuz yönde etkilediğini kabul etmek gerekir. Bu kitle için şeriat demek İslam demek değil Suudi Arabistan, İran; DEAŞ ve benzerleri demektir. Bu kötü örnekler yerini iyilerine bırakıncaya kadar bu kesimi düşüncelerinden vazgeçirmek çok mümkün değildir. 

Karşıtlığı Ne Bitirir?

Bahsini ettiğimiz şeriat karşıtı kitlenin tutumunun değişmesi için öncelikle yukarıda zikrettiğimiz etkenlerin değişmesi gerekir. Sebepler değişirse sonuçların da değişmesi kaçınılmaz olur. Ancak bu sebepler kendiliğinden değişecek de değildir. Bu bakımdan Müslümanların bu hususta özverili bir çaba içine girmesi, imtihanlarla dolu olan zorlu bir yolculuğa hazır olması mühimdir.

Toplumları şeriata kavuşturma, şeriatla barıştırma yolunda Müslümanları bekleyen iki önemli durak vardır. Bunlardan birincisi şeriata giden sürecin İslam’ın temizlik ve berraklığına halel getirmeyecek şekilde meşru olması, ikincisi de şeriatı tatbik etme imkân ve iktidarına kavuştuktan sonra yine aynı hassasiyeti korumanın elzem olmasıdır. Bu iki husus başarıyla yerine getirilirse Allah’ın izniyle toplumlarla İslam şeriatının arasını ayıracak bir güç asırlarca çıkmayacak, çıkamayacaktır. 

Geride bıraktığımız ve içinde bulunduğumuz iki asır içinde şeriatı tatbik etmeye dair teşebbüslerin istenilen sonuçları veremeyişinin ardında bu iki unsurun başarıyla uygulanmaması yatmaktadır. Günümüzde İslam cumhuriyeti olarak anılan ya da resmi olarak İslam’ı benimsediğini iddia eden ülkelere baktığımızda- sayıları 27’yi bulmaktadır- Afganistan örneği dışında hiçbirisinde ne şeriatın tam anlamıyla uygulandığını ne de insanlara hayat veren yönünün açık şekilde hissedildiğini göremeyiz. Afganistan örneği ise henüz taze ve başlangıç aşamasında olup nihai sonuç vermiş değildir. Bununla birlikte şu ana kadar gelişen süreç Allah’ın izniyle ileriye dönük bir ümit vaad etmektedir. Çünkü Afgan halkı Taliban öncülüğünde İslam’ın izzet ve şerefine yakışır bir şekilde yıllarca cihad etmiş ve bu süreçte İslam’a halel getirecek bir tutum içinde olmamıştır. Önce Sovyetler Birliği’ni sonra da ABD öncülüğündeki haçlı ordusunu beldelerinden kovup İslam şeriatını uygulama imkân ve iktidarına sahip olduktan sonra da aynı hassasiyeti titizlikle yürütmüşler ve halen de aynı çizgide devam etmektedirler. İslam düşmanlarının karalama kampanyalarına rağmen hakikat böyledir. Eğer bu doğrultuda devam ederlerse Afganistan İslam Emirliği tüm dünya halkları için yeni bir dönemin muştusu olmaya adaydır. Afganistan için zikrettiğimiz bu durumun aynısı Suriye için de geçerli olabilir. Suriye’de Müslümanlar yaklaşık 14 yıl boyunca cihad etmiş ve emeklerinin karşılığını alma safhasına ulaşmışlardır. Eğer İslam şeriatını layıkıyla uygulama imkanını bulurlarsa Müslümanlar için ümitsizlik dönemi geride kalacak ve ileriye doğru daha emin adımlar atılacaktır. 

Zorba ve zalim Avrupa’nın tahakkümüyle ezilen insanlığın adalet ve merhamet timsali yönetimlere ihtiyacı vardır. Gerek müslim gerekse gayrimüslim halklar kendi menfaatleri peşinde koşan liderlerden, sorunları çözüme kavuşturamayan kanunlardan, hamaset dolu sözlerden ve sahiplerinden usandılar. İnsanlık hakiki anlamda iyiliği temsil eden idare ve yönetimler istemektedir. Halklar batılın kamçısını yemekten yoruldu artık. Çekilen çileler, maruz kalınan zulümler yeni bir doğumun habercisidir. Bu sancıların ardından İslam şeriatı tüm insanlığın üzerine bir güneş gibi doğacak, batılın karanlık yüzünü darmadağın edecektir biiznillah. Bu bir rüya değildir, hayal değildir. Müslümanlar olarak iman ettiğimiz ve daha öncesinde tecrübe ettiğimiz hakikatlerdir. Bu hakikatlerin yeniden vücut bulması için ihtiyacımız olan tek şey Efendimiz, önderimiz Muhammed aleyhisselam’ın attığı adımların aynısı atmak ve Yesribleri; Taybe’lere Medine’lere dönüştürecek saf ve temiz bir mücadeleye girişmektir.

“(Ey Muhammed!) De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Elbette batıl yok olmaya mahkumdur.” (İsra, 81)