Kapak Dosya – Mahmut Varhan / 2014 Nisan / 17. Sayı
İnsanları Allah’a davet edip salih amel işleyen ve: ‘Ben Müslümanlardanım’ diyen kimseden daha güzel sözlü kimdir?” (Fussilet, 33) buyurarak İslam’a davet edenleri yücelten ve: “İçinizden hayra davet eden, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler, işte onlardır.” (Âl-i İmrân, 104) “Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülüğe mani olursunuz. Ve Allah’a iman edersiniz.” (Âl-i İmrân, 110) buyurarak cemâat halinde emr’i bi’l-ma’ruf ve nehyi ani’l-münker vazifesinin ifâ edilmesini talep eden ve bu sorumluluğu yerine getiren tâifeyi, felâha kavuşmak ve hayırlı olmakla niteleyen yüce Mevlâ’ya hamd ederiz. “…Allah’a yemin olsun ki, Allah-u Teâlâ’nın senin vesilenle tek bir kişiyi hidayete erdirmesi, senin için kızıl tüylü develerden daha hayırlıdır”(1) buyuran Peygamber efendimize, onun âline, ashabına ve kıyamete kadar onun yolunda yürüyen, davasını sürdürenlere salât ve selam olsun.
Pek aziz ve değerli kardeşlerim!
Âlemlerin Rabbi olan yüce Mevlâ’nın şahitliği ile çok yüce olan, Kur’an-ı Kerim ve sünnet’i seniyyenin sayısız naslarıyla dini bir zaruret ve farziyet olduğu sabit olan İslam’a davet etme vazifesi yüce ve değerli olduğu kadar bir o derece zor ve meşakkatlidir. Bu hususta bütün davetçilerin rehberleri olan peygamberlerin, onların havari ve ashabının hayatlarına göz gezdirmek bu vazifenin ne kadar çetin olduğunu görmek için kâfidir. Bir gaye ne kadar ulvi ve büyük olursa, o gayeye ulaşmak da o kadar zor ve meşakkatli olur. Allah’a ve onun dinine davet etmek hususunda kişinin himmeti ve gayreti ölçüsünde eziyetlere maruz kalacağı da sabit bir hakikattir. Bundan dolayıdır ki en fazla sıkıntılara ve eziyetlere maruz kalanlar, peygamberler ve özellikle de “ulu’l-azm” peygamberler olmuştur.
Davetçinin, çok zor ve meşakkatli olan bu davet yolunda yakin/ölüm gelinceye kadar yürüyebilmesi ve ilahi muvaffakiyete mazhar olabilmesi için bazı özelliklere sahip olması gerekir. İlim, iman, ihlas, hamaset ve amelle özetlenebilecek olan bu sıfatlardan bazılarını biraz açıklamaya çalışalım.
1- İlim:
Ey İslam’ın aziz davetçileri! Her türlü amel hatta tevhid dahi ilim üzerine binâ edilmektedir. Bu noktada şu ayet’i kerime ne kadar manidârdır: “Bil ki, “Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur…” (Muhammed, 19) Zira ilim, itikad olsun amel olsun her hususta insanı ifrata kaçmaktan ya da tefrite düşmekten muhafaza eder. Önemli bir nokta da şudur ki: İnsanı ifrat ve tefritten koruyan ilim, amele yönelik olan ve kalbe yerleşen faydalı ilimdir. Yoksa dilde bulunan ve salih amelleri meyve vermeyen ilim, hem faydasız hem de insanın ifrat veya tefrite düşmesine sebep olur. Nitekim ilim sahibi oldukları varsayılan bazı kimselerin liderlik ettiği nice cemâatlerin ifrat veya tefritte bocalayıp durduklarını esefle müşahede etmekteyiz. İşte tam da burada Peygamber efendimizin şu iki duasının ne kadar büyük bir kıymete haiz olduğunu idrak ediyoruz:
“Allah’ım! Senden fayda veren ilim, kabul edilen amel ve helal bir rızık istiyorum!” (2)
“Allah’ım! Fayda vermeyen ilimden, huşu’ sahibi olmayan kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve icabet olunmayan duadan Sana sığınıyorum!” (3)
Aziz kardeşlerim! İslam daveti için en tehlikeli hususlardan birisi de ehil olmayan kimseler tarafından sahiplenmesidir. Müslüman toplulukların başına gelebilecek en büyük felaketlerden biri de faydalı ilimden mahrum cahil kimselerin önderlik etmeleridir. Burada şu hadis’i şerifi hatırlamamız yerinde olacaktır: “Muhakkak ki Allah-u Teâlâ ilmi insanlardan (onlara verdikten sonra) çekip almakla (sinelerinden ve sahifelerinden silmekle) kabzetmez. Fakat ilmi, âlimleri(n ruhlarını) kabzederek alır. Öyle ki bir âlim bile kalmayınca insanlar cahil kimseleri lider edinirler. Bunlara sorular sorulur da onlar da ilimsizce fetvâlar verirler. Böylece hem sapar ve hem de saptırırlar.” (4)
İşte bunlar, Peygamber efendimizin ümmeti hakkında en fazla korktuğu hatta Deccal’den daha fazla çekindiği saptırıcı ve cehennem yollarına sevkedici olan imamlar/liderlerdir. Çünkü bu durumda ceylan postuna bürünen sırtlanlar ve kuzu postuna bürünmüş kurtlar mevzu bahistir.
İşte bütün bunlardan dolayı İslam davetçilerinin zaruret derecesinde ihtiyaç duydukları en temel gıdaları faydalı ilimdir. Allah’ın kelimesini yüceltmeyi ve O’nun şeriatını hayata hâkim kılmayı dava edinen İslami hareketlerin en zaruri ihtiyaçları Rabbânî âlimlerdir. Zira ancak bu Rabbânî âlimlerin liderliğinde ifrat ve tefritten uzak durulabilir ve vasat olan sırat’ı müstakim üzerinde yürümenin meşakkatine tahammül edilebilir.
Pek değerli kardeşlerim! “Allah-u Teâlâ kimin hakkında hayır murad ederse, onu dinde fakih (derin bir kavrayış ve ince bir anlayış sahibi) kılar”(5) hadis’i şerifi bizim önümüzü aydınlatan bir meş’ale olmalı ve dinde tefakkuh hususunda hırslı olmalıyız. Kur’an-ı Kerim ve sünnet’i seniyyeye yönelmeliyiz. Rabbimiz Azze ve Celle’yi iyi tanımalı, Peygamber efendimizin sünnet ve siretini iyi bilmeliyiz. Selef’i salihinin hayatlarını ve İslam tarihinin parlak dönemlerini çok iyi idrak etmeliyiz. Bütün bunların meyvesi olarak İslam’a davet fıkhını iyice hazmetmeli ve Allah’ın dinine hikmetle ve güzel öğütle, Kur’an ve sünnetin tayin ettiği en güzel yöntemlerle davet etmeliyiz.
2- Takvâ:
İslam davetçisinin en temel azığı takvâ ve en hayırlı elbisesi Allah’tan korkmaktır. “Bir de azık edinin. Şüphesiz ki azığın en hayırlısı, takvâdır.Ve ey üstün akıl sahipleri Benden korkun.” (Bakara, 197) “Takvâ elbisesine gelince, o daha hayırlıdır.” (A’raf, 26)
Yukarıda da beyan ettiğimiz üzere faydalı ilmin semeresi takvâdır. Takvâ meyvesini semere vermeyen ilim ağacı, kupkuru olup kesilerek yakılmaya mahkumdur. İlim hazinesi olan Kur’an-ı Kerim ve sünnet’i seniyyeden ancak takvâ sahipleri faydalanır. “(Bu kitap) takvâ sahipleri için bir hidayettir.” (Bakara, 2) “Andolsun, biz Mûsâ’ya ve Harun’a, takvâ sahipleri için bir aydınlık ve bir öğüt (zikir) olarak, hak ile batılı birbirinden ayıran (Furkan)ı verdik. Onlar, Rablerine karşı gayb ile (O’nu görmedikleri halde) bir haşyet içindedirler ve onlar, kıyamet saatinden içleri titremekte olanlardır. Bu, bizim ona indirdiğimiz mübarek olan bir zikirdir. Şu halde onu inkâr edecek olanlar siz misiniz?” (Enbiyâ, 48-49-50)
Takvâ;Azamet ve celâl sahibi olan Allah’tan korkman, Kur’an-ı Kerim’le amel etmen, muttakilerin sertâcı olan Efendimize tâbi olman ve ölümden sonrası için hazırlık yapmandır.
Takvâ; Allah Azze ve Celle’nin bulunmanı istediği ve seni orada görmekten hoşnut olacağı yerde bulunman, bulunmandan razı olmayacağı ve sana yasaklamış olduğu yerde de seni görmemesidir.
Takvâ: İlâhi emirleri imtisal, nevâhiden (yasaklanmış şeylerden) şiddetle ictinâb etmektir.
Takvânın en asgari ve her mü’minde behemehal bulunması gereken seviyesi, şirk ve küfrün her türlüsünden, itikadi ve ameli nifaktan ve bid’at ve hurafelerden ateşten korkup kaçarcasına kaçmaktır. Orta derecesi ise, ferâizi yerine getirmek ve kebâir günahları terketmektir. Takvânın kemâli de mekruh ve şüpheli şeylerden uzak durmak, mendûb ve faziletli amellere hırslı olmak ve fazlaca mübahlara dalmaktan sakınmaktır. En zirvesi de mâsivâyı (Allah’tan gayrı her şeyi) kalpten kovmaktır.
Ey İslam davetçileri! Allah’ın muhabbeti, inâyeti, maiyyeti ve tevfiki takvâmız ölçüsünde olacaktır. Şu ilâhi fermanları, üzerinde düşünerek okuyalım: “Takvâ sahiplerinin velisi Allah’tır.” (Câsiye, 19) “Şüphesiz ki Allah takvâ sahiplerini sever.” (Tevbe, 7) “Bilin ki Allah muhakkak takvâ sahipleriyle beraberdir.” (Tevbe, 123) “Mûsâ kavmine: “Allah’tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah’ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir” dedi.” (A’raf, 128)
Ey İslam davetçileri! İslam düşmanlarının tuzaklarından emin olmak, Allah’ın tevfiki ile düşmanlarımıza galip gelmek ve her türlü zorluğun, çıkmazların üstesinden gelerek selâmete ermek sabırla birlikte takvâ şartına bağlanmıştır. Şimdi de Mevlâ’mızın şu mübarek sözlerini can kulağıyla dinleyelim: “Şayet sabreder ve takvâlı olursanız, onların hilekârlıklarının size zararı olmaz.” (Âl-i İmrân, 120) “Evet, eğer sabrederseniz, korkup sakınırsanız ve onlar da aniden üstünüze çullanıverirlerse Rabbiniz, size nişanlı beş bin melekle yardım edecektir.” (Âl-i İmrân, 125) “Eğer sabreder ve sakınırsanız işte bu, azme değer işlerdendir.” (Âl-i İmrân, 186) “Kim Allah’tan korkarsa ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona ummadığı bir yerden rızık verir.” (Talâk, 2-3)
Ey İslam davetçileri! İslamâ davet etmek adına ortaya çıkan pek çok kimsenin hak ile bâtılı birbirine karıştırdığı şu bid’atler ve dalaletler asrında hakkı bâtıldan kesin bir şekilde ayırmanın şartı da yine takvâdır. Rabbimiz Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler, Allah’tan korkup sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.” (Enfâl, 29)
Hülâsa Kur’an ve sünnette takvânın sayısız faziletleri, semere ve faydaları belirtilmiştir. Takvâ kadar üzerinde durulan bir konu neredeyse yoktur. Çünkü işin özü budur. Bundan dolayı mü’minlerin en temel prensibi şudur: “İyilik ve takvâ üzere birbirinizle yardımlaşın. Günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde ise yardımlaşmayın. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, cezalandırması pek şiddetli olandır.” (Mâide, 2)
3- Güzel Ahlâk:
İnsanlar içinde ahlâkı en güzel olan Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, iyiliğin güzel ahlâktan ibaret olduğunu, kıyamet gününde mü’minin mizanında en ağır şeyin güzel ahlâk olduğunu, ahlâkı en güzel olan mü’minin en hayırlı mü’min olduğunu, mü’minin güzel ahlâkı vesilesiyle gündüz sâim olan gece de kâim olanların derecesine çıkacağını, insanları en fazla cennete sokan amelin takvâ ve güzel ahlâk olduğunu ve cennetin en yüksek derecelerinde ahlâkı güzel olanlar için bir eve kefil olduğunu sahih hadis’i şeriflerinde bizlere haber vermiştir.
İşte bu kadar büyük bir öneme haiz olan güzel ahlâkı Abdullah b. Mübarek şöyle tarif etmektedir: “Güzel ahlak; Güler yüzlü olmak, iyilik ve ihsanda bulunmak, kötülük ve eziyet etmemek (ve eza ve cefaya katlanmak)tır.” (6)
Müslüman davetçinin ahlâkı, Kur’an-ı Kerim ve sünnette tafsilatlı olarak beyan edilen İslam ahlâkıdır. Bu ahlâkı yaşamakta davetçinin örneği, başta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ardından sahabe’i kiram ve selef’i salihindir. Bu kâmil ahlâk davetçiler için o kadar gerekli ve önemlidir ki, davetçilerin rehberi Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Ben ancak salih/güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” (7)
Allah-u Teâlâ’nın hakkında: “Muhakkak ki sen, yüce bir ahlâk üzerindesin” (Kalem, 4) buyurduğu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bütün yönlerden bu kâmil ahlâkı yaşadığı gibi ashabını da bu kâmil ahlâk üzere terbiye etti. Mümtaz ve mübarek olan bu seçkin neslin yüce ahlâkına bakarak diğer insanlar, topluluklar halinde Allah’ın dinine girdiler. Biz de bu kâmil İslam ahlâkı ile ahlâklanacak olursak, diğer insanlar bizim ahlâkımıza bakarak Allah’ın dinini yaşamaya gayret ve rağbet edeceklerdir. İşte bu çorak asrın müslümanları olan bizlerin en büyük sıkıntısı bu ahlâki kemâlden yoksun olmamızdır. Zira ahlâksızlığın hâkim olduğu bu zamanda, müslüman davetçiler de bir şekilde bu hastalıktan etkilenmişlerdir. Ancak yüce Allah’ın rahmetine mazhar kıldığı kimseler müstesnâdır ki, onlar da pek azdırlar.
İşte müslüman davetçinin vazifesi, kendi ahlâkını selef’i salihinin ahlâkına arzetmektir. Eksik olan yönleri tamamlamalı, yanlış olan yönleri düzeltmeli ve kendisini onlara benzetmek için gayret sarfetmelidir. Eğer ciddiyet ve samimiyetle gayret ederse, Allah-u Teâlâ kendisini muvaffak kılacaktır.
Güzel ahlâk, takvâ ile irtibatlıdır. Her birisi diğerinin hem sebebi hem de semeresidir. Bu hususu ortaya koyan şu ayet’i kerime ve hadis’i şerif üzerinde ciddiyetle düşünülmeli ve amel etmeye çalışılmalıdır:
“Rabbinizden olan mağfirete ve eni, göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanları affedenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.” (Âl-i İmrân, 133-134)
Muaz b. Cebel dedi ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Her nerede olursan ol Allah-u Teâlâ’dan kork. Kötülük yaptığında ondan hemen sonra iyilik yap ki, onu silsin. Bir de insanlara güzel ahlâk ile muamele et.”
Sürekli insanlarla haşir-neşir olan davetçinin âdâb-ı muâşerete riâyet etmesi, ahde vefa göstermesi, emanete riâyet etmesi, hayâ ve iffet sahibi olması, sâdık ve cömert olması, sıla’i rahime özen göstermesi, hikmet, feraset ve basiretle hareket etmesi, âdil olması ve sabırlı, sebatkâr ve tahammüllü olması gerekir ki, tevfikî ilâhi kendisine karin olsun. Allah-u Teâlâ bizlere takvâ ve güzel ahlâkı nasip ve müyesser eylesin!
4- Zikir-Dua-Tilavet:
Davetçinin önünde pek çok engeller ve onun davetine mâni olmak isteyen birçok düşmanları vardır. Bu düşmanları, onu davasından vazgeçirmek; eğer bu mümkün değilse onu yavaşlatmak ve davet yolunda geri bırakmak isterler. Bu düşmanların başında şeytanlar, nefsi ve hevâsı ve tağutlar gelmektedir. İşte davetçinin bu düşmanların şerrinden emin olması için zikir, dua ve tilavet silahlarıyla techizatlanması ve bu silahları en doğru bir şekilde kullanması gerekir. Bu ameller, mü’minin ulvi alemle irtibatını sağlayan ve Allah-u Teâlâ ile bağını sürekli zinde tutan en faziletli amellerdendir.
Zikir, iblis ve askerlerine karşı mü’minin sığındığı en sağlam kaledir. Şeytanlara karşı korunmanın, onların vesvese ve kışkırtmalarından emin bir şekilde huzur-u ilahiye çıkmanın vesilesi zikirdir. Bunun içindir ki yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir.” (Ankebût, 45) “Öyleyse Beni anın ki, Ben de sizi anayım…” (Bakara, 152) Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurmaktadır: “Allah size, O’nu pek çok zikretmenizi emretmektedir. Zira Allah’ı zikreden kimsenin örneği, düşmanın kendisini hızlıca takip ettiği, sağlam bir kaleye varıp o kaleye sığınarak düşmanından kendisini koruyan bir adamın örneği gibidir. Şüphesiz ki mü’minin şeytandan en iyi korunduğu anı, Allah’ı zikrettiği andır.” (9)
Nefsin gurur ve kibrini kırmanın, nefsin aciz, fakir, zayıf ve muhtaç olduğunu ikrar ve itiraf etmenin yegane vesilesi de dua etmek, yalvarıp yakarmaktır. Dua aciz, fakir, zayıf ve muhtaç olan insanın; Kadir, mutlak zengin, Aziz ve Samed olan Rabbü’l-alemin ile kuvvetli intisabı, irtibatı, istinad ve istimdadıdır. İşte bunun içindir ki Peygamber aleyhisselam: “Dua, ibadetin ta kendisidir” (10) buyurmaktadır.
İnsi şeytanlardan ve tağutların şerrinden, hile ve desiselerinden kurtulmanın yegâne çaresi ilahi kelama sığınmak, onu hakkıyla tilavet etmek, onu kavramak ve gereğince amel etmektir. Yüce Mevlâ şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine verdiğimiz Kitabı hakkıyla okuyanlar var ya, işte ona iman edenler onlardır. Onu inkâr edenler ise hüsrana uğrayanlardır.” (Bakara, 121)
5- Nafile İbadetler:
Davetçinin en fazla muhtaç olduğu hususların başında yüce Mevlâsına yakınlaşması ve O’nunla sağlam bir bağının bulunmasıdır. Bu sağlam bağı sayesinde davetçi, yüce Mevlânın rızasını her şeyin üstünde tutar ve O’nun dinine hizmet etmeyi kendisi için en büyük bir lütuf ve en yüce bir şeref kabul eder. Böylece ölüm kendisini buluncaya kadar Allah’ın dini uğrunda çalışmaya devam eder ve bu yolda başına gelecek her türlü eza, cefa ve sıkıntıya sabreder.
Farzlardan sonra Allah-u Teâlâ’ya en fazla yaklaştıran ve O’nun rızasını kazandıran ameller, nafile ibadetlerdir. Ebû Hureyre radiyallahu anh’ın rivayet ettiği hadis’i şerifte Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu: “Her kim Benim bir velime düşmanlık ederse, Ben ona savaş açarım. Kulum Bana, Benim ona farz kıldıklarımdan daha sevimli bir şeyle yaklaşmış olmaz. Kulum nafilelerle Bana yaklaşmaya devam eder. Öyle ki Ben onu severim. Ben onu sevdiğim zaman onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Eğer Benden isterse, ona veririm; şayet Bana sığınırsa, onu himaye ederim.” (11)
Nafile ibadetlerden özellikle namaz/gece namazı, oruç ve sadaka/infak ile çokça meşgul olmak gerekir. Muaz b. Cebel radiyallahu anh’ın rivayet ettiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Hayrın kapılarını sana göstereyim mi? Oruç kalkandır. Sadaka, suyun ateşi söndürdüğü gibi hataları söndürür/siler. “Kişinin gecenin içinde kıldığı namaz.” Sonra şu ayeti okudu: “Gece teheccüd namazı kılmak için yanlarını yataklardan ayırıp kalkarlar, korkarak ve ümit ederek Rabb’lerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler. Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için nice sevindirici ve göz aydınlığı nimetlerin saklı olduğunu hiç kimse bilmez.” (Secde, 16-17)” (12)
————————————————-
1 Buhari: 4210
2 Ahmed b. Hanbel, Müsned: 26521; İbni Mâce: 925. Bu hadis
şahitleriyle Hasen hadistir.
3 Müslim: 2422; Tirmizi: 3572; Nesâi: 5458
4 Buhari: 7307; Müslim: 2673
5 Buhari: 3116; Müslim: 1037
6 Tirmizi: 2005
7 İmam Ahmed, Müsned: 2/381
8 Tirmizi: 1987; İmam Ahmed, Müsned: 5/153. Hasen bir
hadistir.
9 İmam Ahmed, Müsned. Hasen bir hadistir.
10 Ebû Dâvûd, Tirmizi. Hasen-Sahih
11 Buhari
12 Tirmizi. Hasen-Sahih