Müslüman Gençliğin Vasıfları

Kapak Dosya – Hakan Sarıküçük

Allahu Teâlâ’nın arşının gölgesi dışında hiçbir gölgenin bulunmadığı, ilk insandan son insana varıncaya kadar bütün beşeriyetin bir araya toplandığı o dehşetli mahşer gününde müminleri barındıracak ilahi gölgenin altında gölgelenme şerefine mazhar olan yedi sınıf zümrenin vasıflarına bakıldığında her birinin büyük güçlükleri göğüsledikleri, hemen hemen aynı seviyede zoru başaran kişiler oldukları, hepsinin gerek dâhili gerek harici birçok engellere rağmen çok önemli mücadeleler verdikleri görülür.

İşte bu zümreden bir tanesi de Allah azze ve celle’ye kulluk içinde büyüyen gençtir. Gençlik yıllarını namazlı-niyazlı dindar bir çizgide geçiren genç Allaha ibadetten zevk alarak, nefsini Allah’ın emirlerine muhalefetten koruyarak, heva ve heveslerin, şehevî duyguların, gemlenmesi güç arzuların etkisine karşı koyup Allah’a kulluğa sarılmıştır. Dünyanın çekici cazibesine kapılmamış, şeytan ve avanesi onu kandıramamıştır. Bu, ondaki derin Allah sevgisinin bir göstergesidir. Çünkü Allah’ın emirlerine sarılıp günahlardan kaçınmak çok büyük faziletlerdendir. Hele bu, gençlik yıllarında gerçekleştirilmişse, her türlü takdirin üstündedir.

Gençlerin sahip olduğu enerji ve dinamizm, bir hareketi çok ileri seviyelere götürebilecek ölçüdedir. Nitekim İslamiyet büyük ölçüde gençlerin omuzlarında yükselmiştir. Asr-ı saadette Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin gençliği çok önemsediği, onların özelliklerini azami ölçüde dikkate alarak değerlendirdiği açık bir biçimde görülmektedir.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gençleri, tebliğ ve irşat faaliyetleri dâhil, devlet teşkilatının en üst kademelerine kadar hemen her alanda görevlendirmiştir. Gençler ise Allah’ın Rasûlü’nü hiçbir zaman mahcup etmemişlerdir. Bu görevler arasında elçilik, müsteşarlık, valilik, sekreterlik, hâkimlik, komutanlık, sancaktarlık, istihbaratçılık, güvenlik görevliliği, maliyecilik, öğretmenlik vb. gibi çok önemli devlet görevleri bulunmaktadır.

Hz. Peygamber döneminde, gençlerin İslâm’ı yaşlılardan daha önce ve daha büyük bir arzu ve iştiyakla kabul ettiğini görmekteyiz. Bu nedenle ilk Müslümanların büyük çoğunluğunu gençler oluşturmuştur.

Gençlerin İslam dinine rağbeti o kadar fazla olmuştur ki, hicret sırasında Ubeyde b. Haris radıyallahu anh gibi oldukça yaşlı bir-iki kişi dışında, İslâm mensuplarının büyük ekseriyeti Müslüman oldukları zaman 30 yaşın altında idi ve ancak bir veya iki kişi 35 yaşın üzerinde bulunuyordu.

Peygamber efendimize hizmet eden Enes radıyallahu anh şöyle demiştir: “Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye geldi. O’nu ashabı arasında Hz. Ebubekir’den başka saç ve sakalında beyazlıklar olan kimse yoktu. Hz. Ebubekir de saç ve sakalını kına ve ketem bitkisiyle boyamıştı.”[1]

Hz. Ebubekir radıyallahu anh 38 yaşında Müslüman olmuştu.

Bu gençlerden biri olan Ali b. Ebî Talib radıyallahu anh, Müslüman olduğunda ise henüz 10 yaşlarındaydı. Yine Hz. Ali 20 yaşlarında bir genç iken, hicret esnasında Hz. Peygamberin yatağına ölümü göze alarak yatmış, Allah’ ın Elçisi’nin habersizce hicret etmesini sağlayarak, onu ölümden kurtarmıştı.

Onun ağabeyi Ca’fer b. Ebî Talib, Necaşi’nin huzurunda Müslümanları temsilen ilim, hikmet ve cesaretle konuştuğunda 17 yaşlarında bir delikanlı idi. Mute’de şehid edildiğinde ise daha 33 yaşındaydı.

Efendimizin azad ettiği kölesi Zeyd b. Hârise radıyallahu anh iman ettiğinde 15 yaşındaydı. Taiflilerin taşlarına karşı vücudunu siper ederek Peygamberimizi korumaya çalıştığı esnada genç ve yiğit bir delikanlıydı.

Hz. Ömer radıyallahu anh’ın oğlu Abdullah İslâm ile şereflendiği zaman 10 yaşlarındaydı. 13 yaşlarında iken Uhud savaşına katılmak istemiş, ancak çok genç olduğu için Peygamber efendimiz kendisine izin vermemişti.

Mekke’nin en zengin ve en yakışıklı gençlerinden biri olan ve annesinin bütün servetini elinin tersiyle bir kenara iterek hayatına yönelik bütün tehdit ve işkenceleri göze alan Mus’ab b. Umeyr radıyallahu anh Müslüman olup ailesi tarafından hapsedildiğinde 18 yaşlarındaydı.

İlk Müslümanlardan biri olan ve peygamberimizin kendisine “Havarim” diye iltifatta bulunduğu Zübeyr b. Avvam radıyallahu anh Müslüman olduğunda daha 12 yaşındaydı.

Habbab bin Eret radıyallahu anh, İslam ile şereflenen altıncı Müslüman olarak 16 yaşlarında bir delikanlıydı.

Osman bin Maz’un radıyallahu anh on dördüncü Müslüman olduğunda genç grup içinde bulunuyordu. Kardeşi Kudame b. Maz’un radıyallahu anh da ilk Müslümanlardan olup, Müslüman olduğunda 20 yaşının biraz üstünde idi.

İlk Müslümanlar arasında Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in kutsal mesajına gönlünü açtığında 19 yaşında olan Sad bin Ebi Vakkas radıyallahu anh;

Müslüman olur olmaz Kur’an’ı müşriklerin arasında okuyacak kadar cesarete sahip olan, cılız fiziğine rağmen küfrün elebaşlarına karşı Kur’an okumak suretiyle meydan okuyan, on altıncı Müslüman olduğunda 16 yaşları civarında olduğu anlaşılan Abdullah b. Mesûd radıyallahu anh;

Mekke döneminde tebliğ ve irşat faaliyetleri için evini Peygamberimize tahsis eden ve İslamiyete girdiğinde 17-18 yaşlarında olduğu anlaşılan Erkam b. Ebî’l-Erkam radıyallahu anh;

Hicret sırasında 22 yaşlarında olan Saîd b. Zeyd radıyallahu anh ve en fazla onunla aynı yaşlarda bulunan hanımı Hattab’ın kızı (Hz. Ömer’in kız kardeşi) Fâtıma radıyallahu anha;

Yeni Müslüman olduğunda daha 17 yaşlarında bulunan ve Hz. Ebu Bekir’in kızı olan Esma radıyallahu anha,

Allah Rasûlü’nün damadı olan Osman b. Affan radıyallahu anh 34 yaşında,

“Ümmetin emini” diye bilinen Ebu Ubeyde b. Cerrah radıyallahu anh ve adâleti ile tanıdığımız Hz. Ömer radıyallahu anh iman ettiklerinde 25-32 yaş civarındaki genç Müslümanlardandı.

Büyük İslâm âlimi ve en çok hadis rivayet eden sahabilerden biri olan Abdullah b. Abbas radıyallahu anhuma da Peygamber efendimizin vefatı esnasında henüz 13 yaşında idi.

Medineli Müslümanlar arasında İslâm dini ile müşerref olanların ilklerini de gençler teşkil ediyordu. Bunun en tipik örnekleri, Medine’nin ileri gelen saygın kişilerinden olup kıskançlığından ötürü Hz. Peygamber’den yüz çeviren Ebû Amir ile Uhud savaşında şehitlik mertebesine ulaşacak ve cansız bedeni melekler tarafından yıkanacak kadar Allah’ın Resûlü’ne bağlı olan oğlu Hanzala; Münafıkların reisi olan babası Abdullah b. Ubeyy’i öldürmek isteyecek kadar samimi bir Müslüman olan oğlu Abdullah’tır.

Medineli gençler kuşkusuz bu ikisiyle sınırlı değildir. Onlar arasında, daha hicretten üç yıl önce Mekke’ye gelen ve Akabe’de bulunduğunda oradaki reislerin en küçüğü olan Es’ad b. Zürâre;

Yine ikinci Akabe beyatında beyat ettiği sırada 13-14 yaşlarında olup oradakilerin en genci bulunan Ukbe b. Amr;

15 yaşlarında iken ikinci akabe beyatında hazır bulunan Cabir b. Abdillah; Akabe’de Allah’ın Elçisi’ne beyat ettiği sırada 24 yaşında olduğu anlaşılan Mesleme b. Selâme;

Babasından çok önce Akabe’de Hz. Peygamberi koruma sözü veren Muaz b. Amr,

Bunlardan başka yine Hudeybiye antlaşması sırasında 20 yaşlarında bir delikanlı olduğu anlaşılan Abdullah b. Ebî Evfâ, 17 yaşlarında olan Abdullah b. Yezid el-Hatmî, 16’sında Abdullah b. Ömer b. Hattab gibi daha birçok genç insan, meşhur “Bey’atu’r-Rıdvan”da Allah için canlarını feda edeceklerine dair Rasûlullah’a büyük bir iman ve sadakatle söz vermişlerdir.

Hudeybiye Antlaşmasının imzalanmasından az önce sahabe, canlarını feda etmek üzere Hz. Peygambere beyat ettiklerinde, ilk beyat eden kişi, yirmi yaşlarında bir genç olan Ebû Sinan el-Esedî olmuştur.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Medine’ye hicret ettiğinde Zeyd b. Sabit radıyallahu anh 11 yaşında bir yetimdi. Kendisi şöyle anlatmaktadır: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye geldiğinde beni huzuruna götürdüler. Efendimiz beni sevdi ve beğendi. Oradakiler: ‘Ya Rasûlallah! Bu Neccaroğullarından bir gençtir. Allah’ın sana inzal buyurduğu surelerden on yedi tanesini ezbere biliyor’ dediler. Bu durum Peygamber efendimizin çok hoşuna gitti.”[2]

Zeyd radıyallahu anh: “Ben de Bedir gazvesine katılacağım” diyerek efendimizin huzuruna çıktığında Peygamberimiz 13 yaşındaki bu çocuğun savaşa katılmasına izin vermedi.

“Uhud Savaşında kendi bedenini Allah’ın Rasûlü’ne siper eden, ilahi daveti kabulde ilk sıraları alan ve İslam’la şereflendiğinde 14 veya 18 yaşlarında olan Talha b. Ubeydullah’ın Uhud Savaşında Hz. Peygamberi korumak için gösterdiği yoğun çaba gerçekten her türlü takdirin üzerindedir. O, Hz. Peygambere inen kılıç darbelerine karşı elini uzatarak kendisini kalkan yapması nedeniyle eli kesilmiş ve çolak kalmıştır. “

Onun bu korumasına rağmen Hz. Peygamber çok zor duruma düşünce, hatta yaralanınca, onu savaş hengâmesinden kurtarmak için sırtına yüklemiş ve büyük bir kaya parçası üzerine çıkararak kurtulmasını sağlamıştır. Bundan sonra Allah’ın Rasûlü, hayatı pahasına kendisini koruyan ve kurtaran bu genç için Hz. Ebu Bekir’e “Ey Ebu Bekir! Bugün cennet Talha’ya vacip oldu” demiştir.

Abdullah b. Zeyd, meşhur kadın sahabi Ümmü Umâre’nin iki oğlundan biridir. Uhud Savaşında Hz. Peygamberi çok yakından koruyarak onun takdirini kazanmıştır. Abdullah ve ailesinin gösterdiği sadakat ve kahramanlık, Allah’ın elçisi tarafından, bu ailenin cennette kendisine komşu kılınması niyazı ile mükâfatlandırılmıştır.

Adı geçen Ümmü Umâre’nin diğer oğlu Habib b. Zeyd’in Rasûlulah’a bağlılığı ise kelimenin tam anlamıyla destansıdır. Bu bağlılık onu şehitlik makamına yükseltmiştir. Hz. Peygamber onu, peygamberlik iddiasında bulunan Müseylimetü’l-Kezzâb’a elçi olarak göndermişti. Ancak Müseylime, Habib’i tutukladı; ona Muhammed’in peygamber olduğuna inanıp inanmadığını sordu. Habib, Hz. Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet ettiğini söyledi. Bunun üzerine Müseylime kendisinin de peygamber olduğuna inanıp inanmadığını sordu. Habib bu soruya “Ben sağırım, seni duymuyorum” diye cevap verdi. Bu soru ve aynı cevap defalarca tekrarlandı; her cevapta Müseylime, Habib’in bir uzvunu kesti; Habib bu şekilde uzuvları tek tek kesilerek şehit edildi.

İşte kısmen de olsa örneklerini verdiğimiz asrı saadet gençlerinin bu özelliklerinin bugünün gençlerinde olması İslam sancağının yeniden şahlanmasına vesile olacaktır inşallah. Hz. Ali’nin davası uğruna kendini Peygamber efendimizin yatağına yatarak feda etmesi gibi fedakârlık gösterecek ve ölümü göze alacak, abisi Cafer b. Ebi Talib gibi Necaşiler karşısında ilim ve hikmetle konuşabilecek ve Müslümanları savunabilecek gözü kara cesur genç nesillere ihtiyaç vardır.

Zeyd b. Hârise’nin Taiflilerin taşlarına karşı Peygamber efendimizi savunup kendisini feda ettiği gibi İslam’ı ve İslam önderlerini koruyacak ve onları muhafaza etmek uğruna kendini siper edinecek gençlere ihtiyaç vardır.

Hz. Ömer radıyallahu anh’ın oğlu Abdullah b. Ömer ve Zeyd b. Sabit gibi 13 yaşlarında olsa bile Allah yolunda cihad aşkıyla yanıp tutuşan gençlere ihtiyaç vardır.

Zenginliğine ve yakışıklılığına rağmen Allah’ın hatırını ailesinin hatırana üstün tutacak gerektiğinde ailesinin bütün servetini elinin tersiyle bir kenara iterek ayaklar altına alacak, hayatına yönelik bütün tehdit ve işkenceleri göze alacak Mus’ab b. Umeyr gibi gençlere ihtiyaç vardır.

İslam davasına ve önderlerine havarilik yapacak Zübeyr b. Avvam gibi fedakâr gençlere ihtiyaç vardır.

Habbab b. Eret gibi vücudunda İslam davası uğruna birçok yaralar bulunan, hatta vücudunda bu sebeple çukurlar oluşan ve bu uğurda birçok işkenceye göğüs germiş yiğit gençlere ihtiyaç vardır.

Osman b. Maz’un ve Kudame b. Maz’un gibi kardeşlerin İslam dini uğruna birlikte kol kola davayı omuzlamalarına, karın kardeşliğini din kardeşliğiyle birleştirmelerine ihtiyaç vardır.

Sad b. Eb. Vakkas gibi hakkında “At! Anam babam sana feda olsun” buyurulan mahir atıcı gençlere ihtiyaç vardır.

Müslüman olur olmaz Kur’an’ı müşriklerin arasında okuyacak kadar cesarete sahip olan, cılız fiziğine rağmen küfrün elebaşlarına karşı Kur’an okumak suretiyle meydan okuyan, Abdullah b. Mesud radıyallahu anh gibi gençlere ihtiyaç vardır.

Mekke döneminde tebliğ ve irşat faaliyetleri için evini Peygamber efendimize tahsis eden Erkam b. Ebî’l-Erkam radıyallahu anh gibi evini, işyerini ve sahip olduğu mekânlarını ve mallarını Müslümanlara ve İslam davasına tahsis edecek gençlere ihtiyaç vardır.

Hattab’ın kızı (Hz. Ömer’in kız kardeşi) Fatıma radıyallahu anha gibi davasında kocasına yoldaşlık yapacak, bu uğurda ona destek olacak Kur’an sevdalısı genç kadınlara ihtiyaç vardır.

Hicret yolculuğunda babasına yardım etmek için kuşağını ikiye parçalayan ve babasına azık hazırlayan davasına bağlı fedakâr genç Esmalara ihtiyaç vardır.

İslam davası uğruna malının tamamını verebilecek cömertliğe sahip Ebubekirlere, malının yarısını getirip veren Ömerlere, Tebük gazvesinde olduğu gibi zorluk ordularını donatarak en büyük fedakârlığı gösteren ordunun üçte birini teçhizatlandıran Osmanlara ihtiyaç vardır. Ümmetin emini olabilecek derecedeki Ebu Ubeyde b. Cerrahlara ihtiyaç vardır.

Nitekim böyle şahsiyetlerin İslam toplumu için olan gereksinimi Ömer radıyallahu anh şöyle ifade etmektedir:

Bir gün halifeliği zamanında bu evde otururlarken arkadaşlarına: “Bir şeyler isteyiniz, temenni ediniz!” dedi. İçlerinden birisi: “Allah yolunda infak etmek için şu ev dolusu altınım olsun istiyorum.” dedi. Hz. Ömer: “Daha isteyin” dedi. Bir başkası: “Şu ev dolusu inci, zeberced (sarı yakut) ve yakutum olsun da Allah yolunda infak edeyim, bunu istiyorum” dedi. Hz. Ömer: “Daha isteyin” deyince: “Bu sözleriyle Emirü’l-Müminin ne demek istiyor anlamıyoruz?” dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer: “Ben istiyorum ki şu ev, Ebu Ubeyde bin Cerrah gibi adamlarla dolu olsun” dedi.

Küçük yaşlarında olmasına rağmen ilme talip olan “Sultanu’l müfessirin, (Müfessirlerin sultanı)” “Hibru’l ümmet (Ümmetin Alimi)” olabilecek ilim aşığı olan genç Abdullahlara ihtiyaç vardır.

Babası İslam düşmanı olmasına rağmen kendisini Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in davasına adayan, hatta düğün gecesinin sabahı henüz gusledemeden cihad için yapılan nidaya karşılık vermek üzere hızla çıkan, neticede melekler tarafından yıkanan Hanzalalara ihtiyaç vardır.

Münafıkların önderliğini yapan babasına karşı tavır alan gerektiğinde İslam davası uğruna münafık babasının boyunu vurmak derecesinde İslam’ı ve Peygamberini babasına tercih edecek kadar davasına bağlı Abdullahlara ihtiyaç vardır.

Davası adına beyat ederek verdiği söze sadık kalan Es’ad b. Zürâre, Ukbe b. Amr, Cabir b. Abdillah, Mesleme b. Selâme, Muaz b. Amr, Abdullah b. Ebî Evfâ, Abdullah b. Yezid el-Hatmî, ve Abdullah b. Ömer b. Hattab gibi meşhur Akabe’de ve “Bey’atu’r-Rıdvan”da Allah için canlarını feda edeceklerine dair Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e büyük bir iman ve sadakatle söz vermiş Müslümanlar gibi samimi olan ve canı pahasına sözüne sadık kalacak gençlere ihtiyaç vardır.

Küçük yaşına rağmen nazil olan Kur’an surelerini derhal ezberlemek üzere çabalayan ve bu uğurda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in hoşnutluğunu kazanan ve övgüsüne mazhar olan Zeyd b. Sabit gibi Kur’an aşığı gençlere ihtiyaç vardır.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e inen kılıç darbelerine karşı elini uzatarak kendisini kalkan yapması nedeniyle eli kesilen ve çolak kalan, onu bu şekilde korurken Hz. Peygamber çok zor duruma düşünce, hatta yaralanınca, onu savaş hengâmesinden kurtarmak için sırtına yükleyerek büyük bir kaya parçası üzerine çıkararak kurtulmasını sağlayan, bu ameli sebebiyle Cennet’in kendisine vacip olduğu Talhalara ihtiyaç vardır.

Ailece İslam davasına hizmet edecek Ümmü Umare’nin iki oğlu Abdullah b. Zeyd ve Habib b. Zeyd gibi küçük olmalarına rağmen yavrularını İslam davasına adayan fedakâr annelere ihtiyaç vardır.

Bizlerin, sahabeyi ve verdiği mücadeleyi öğrenmeden, her birinin ibretlik kıssalarını okuyup amel etmeden, İslam adına vereceğimiz mücadele eksik kalacaktır. Nitekim onların her birinin hayat hikâyesinde bizlere örnek olacak ve yolumuzu aydınlatacak misaller mevcuttur. Bu sebeple bizim için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in, haklarında: “Sizin en hayırlılarınız benim asrımda yaşayanlardır. Bunlardan sonra onların peşlerinden gelenler, bunlardan sonra da onların peşlerinden gelenler”[3] buyurduğu hayırlı nesillerin yollarına tabi olmaktan başka bir çıkar yol yoktur. Kurtuluş ve başarı ancak bu yolla mümkün olacaktır. Ne mutlu sahabeyi sevenlere… Ne mutlu onları örnek edinip yolundan gidenlere…


[1]. Buhari, Menakıbu’l-Ensar,45

[2]. Ahmed, Müsned,V,186

[3]. Buhari, Fedailu’l-Ashab, 1; Şehâdat, 9