Nebevi Aile – Halime Yılmaz / 2021 Şubat / 99. Sayı
“…Biz kiminizi kiminiz için bir imtihan vesilesi yaptık ki bakalım sabredecek misiniz…?”[1]
Deneniyoruz. Âdemoğlunun bir kısmı diğer bir kısmıyla deneniyor. Tıpkı Habil’in Kabil ile, Yusuf’un öz kardeşleri ile, Musa’nın Firavun ile, İbrahim’in Nemrutla denendiği gibi deneniyoruz. Kıyamete kadar iyilerin kötülerle imtihanı, sabredenlerle acele edenlerin farkı ortaya çıkana dek sınanmaları bitmeyecek çünkü.
İyi insanların kötülerle imtihanı hiç bitmeyecek. Âdem aleyhisselam’ın oğulları arasında başladı. Deccal ile İsa aleyhisselam ve Mehdi’nin mücadelesine kadar sürecek. Yani iyiler iyi olmaya devam etse de kötülerden ve onların kötülüklerinden kurtulamayacaklar. İyilerin imtihanı, kötülerin kötülüklerine sabır, onların kötülüklerine rağmen hakta sebat etmeye sabır, bu yolda karşılaştığı sorunlara sabır, bu yönde muhatap olduğu insanların yanlışlarına sabır, yoldaki taşlara sabır, yanına alması gereken azıkları elde etmeye çalışırken yaşadığı zorluklara sabırdır. Yani dünya imtihanını kazananlarının en büyük işidir sabır. Onların hayatları sabırla başlar, sabırla biter. Zira batıla sabredebilen güce sahip hak taraftarları, bu yola karşı samimiyetlerini ispatlamış neferlerdir. Zira sabır, bu özelliğe sahip olanlara bahşedilmiş en büyük nimettir.
Bugünün sabrına gelecek olursak, güzel ile çirkinin karman çorban olduğu şu çağda, içine kir bulaşmamış, hakkı arama ve onu bulduktan sonra o yolda dimdik durmaktır. Yalpalamamak ve yolun doğruluğundan şüphe etmemektir. Bütün insanlar batıla meyletse de hak yolda yürümeye devam etmektir. Böyle olana fırtınalar isabet etse Nuh’un gemisi, ateşler yaksa da İbrahim’in bahçesi yetişir.
Bugünlerde -ve muhtemel ki uzun bir süre- küresel yamyamların kurmak istedikleri şer odaklı dünya düzeni planlarının tezahürleri ve bunun beraberinde getirdiği sıkıntıları yaşıyoruz. Korkutuluyoruz, tahakküm altına alınmaya çalışılıyoruz, kuklaları haline getirilmeye çalışılıyoruz. Şimdiye kadar her dediği ve her istediği anında gerçekleşmiş şımarık müstekbirlerin maşaları yapılmaya zorlanıyoruz. Daha doğrusu zorlanmıyoruz. Zira irademizi ellerine almaya ve hiçbir direnişle karşılaşmadan her dediklerini yaptırmaya çalışıyorlar.
Zihnen, fikren ve kalben fethettiğin insana her şeyi yaptırabilirsin. Emredersin yapar, hükmedersin sorgulamaz, senin için kendini bile feda edebilir. İşte tam da bunu yapmaya çalışıyorlar. Minareyi çalmış, kılıfını uydurmuş, bizi de bunun doğruluğuna ikna etmenin yollarını bulmuşlar. Adına dindar olanlar için “caiz”, akılcılar için “bilimsel” delil arayanlar için “uzman bilgisi” cahiller için “bu işin ehli” okuyanlar için “ehliyet ve ruhsat sahibi herkes bunu söylüyor” diyorlar. Bize sığınacağımız liman, doğru yolu bulacağımız kapı ve danışabileceğimiz kafası karışmamış bir tek insan bırakmamaya çalışıyorlar. Ama bizim rotamız da gideceğimiz yol da yoldaş da yolda bize rehberlik edecek haritamız da bellidir. 1400 yıldır bu böyledir, 1400 yıl daha yaşasak yine böyle olmalıdır.
Çocuklarımız. Geleceğimiz. İslam’ı bizden sonrakilere aktaracağına inandığımız güvencelerimiz. Onlara gözünü dikmişler. Onları biz değil kendileri eğitmek istiyorlar. Gelecekte dinden bahseden hiçbir nefer kalmasın istiyorlar. “Ben çocuğumu onlara teslim etmem” diyerek kendin eğittiğini sanıyorsan yanılıyorsun. “Benim çocuğum bensiz evden adımını bile atmaz” diye övünüyorsan aldanıyorsun. Zaten bu yanılgı aldatıyor ve onların işine geliyor. Gönlümüz rahat bir şekilde evimizde oturan çocuğumuzun, yanımızda oturduğu halde pisliklerle dolu internet sitelerinde onlardan birinin pençesine düştüğünün farkına bile varmayabiliyor ve onların eğitimini bu yolla bu yamyamların eline kendi ellerimizle teslim ediyoruz. Çünkü bizim rahatımız daha önemli, işimiz daha acil. Sonra ergenlik çağı geçince çocuklarımızın içler acısı ahvaline yanıp duruyor ve “Bu çocuk nasıl bu hale geldi anlamıyorum” diyoruz.
Modern çağdan dijital bir çağa geçiş yaptığımız şu günlerde çocukların elinden tableti, evden interneti kaldırmaya çalışmaktan bahsetmiyorum. Bunu başaranlara ne mutlu! Ama örümcek ağı gibi her bir yanımızda ihtiyaç duymak zorunda kaldığımız bu materyallerden uzak durmaya çalışmak biraz ütopik bir bakış açısı gibi, en azından bana öyle geliyor. Musa Firavun’ un sarayında büyümek zorunda kaldı. Ama Firavun’ a uymadı. Peki, ne yapmalıyız?
Firavun’un sarayındaki Musa, zindandaki Yusuf, cahiliye Arapları arasındaki Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem gibi olmalıyız. Onlar, kaçamadıkları bataklıklarda güller açtıran yiğitlerdi. Onlar, imtihanları fırsata çeviren aklıselim kişilerdi. Biz de içinde bulunduğumuz imtihanı fırsata çevirmek zorundayız. Zira gelecek nesilde din diye bir kavram bırakmak istemeyenler var. Çocuklarımızın eğitimini bizden çalmak isteyenler var. Çok büyük bir savaş bu. Ama tarihin hiçbir zaman diliminde görünmeyen bir zorbalık var. Kendi isteğimiz ve irademizle bunu yaptırmaya çalışıyorlar.
Biz Müslümanız. Dinimiz, hayatımızın her alanıyla ilgili hükümler ihtiva etmekte ve hiçbir eksiklik barındırmamaktadır. Hiçbir eksiğimiz yok yani. Araştırıp bulmak isteyene bilgi çok. Elbette ki İslam’a uygun olduğu sürece bilimsel birikimlerden faydalanmakta bir sakınca yok. Ama sorun şu ki biz biraz işin dozunu kaçırmaya başladık. Neredeyse “çocuğuma yemeğini saat kaçta, hangi pozisyonda, hangi şartlar altında yedirmem daha doğru olur?” sorularını işin “uzmanlarına” soracağız. Neredeyse diyorum ama soranlar da yok değil.
Bu bir akıl tutulmasıdır. Yahu senin peygamberin yemeğini nasıl, hangi elle, hangi edeple yiyeceğini belirlediği gibi çocuğuna bu konuda nasıl eğitim vereceğini de belirlemiştir. O’nun emirleri, sözleri, yaşam tarzı bizim için her şeyden önce gelmeli değil midir? Bu nasıl bir gaflettir. Tekrar söylüyorum. Teknik olarak psikolog, pedagog, çocuk eğitimcisi gibi kişilerden faydalanmakta bir sıkıntı yok.
Sorun, bizim önceliklerimizin yer değiştirmesi.
Sorun, kafa karışıklığımız.
Sorun, ölçü ve süzgeçlerimizde yaptığımız büyük değişim.
Basit ve masum gibi duruyor ama bu değişim, bizi küresel eğitim simsarlarının maşası haline getirecek bir oyundur. Bu oyuna gelmeyelim. Çözüm ne?
Çözüm, çocuklarımızın güvenini onlardan önce biz kazanalım. Onlarla daha fazla vakit geçiren biz olalım. Onları ürkütmeyecek bir kontrolle kötü niyetlilerin ellerine bırakmayalım. Farz edelim ki biz Firavun’un sarayındaki Musa’nın annesiyiz. Gözümüz her daim açık olmalı. Çocuğumuzu takipteyken yaptığı hataları fırsat bilerek onu doğruya yönlendirmenin yollarını arayalım. Onlara kötülüğü, somut örneklerle anlatacağımız birçok olay var. Bu çağ imtihanlarının iyi yanı bu olsa gerek! Bu olayları geçmiş hadiselerle bağdaştırıp anlatalım. Biz anlatmaktan, doğruyu tembihlemekten, hikmetle nasihat etmekten vazgeçmeyelim. Tüm çabamıza rağmen Nuh aleyhisselam gibi çocuğumuzla imtihan olursak da sabredelim. Ama hiçbir fedakârlık göstermeden de sadece sabretmek olmaz. O zaman bundan hesaba çekiliriz. Önce emek, sonra yemek, yemek takdir edilmezse o zaman sabır.
Biz hayat tarzımızı da çocuklarımızı yetiştirme modelimizi de dinimizden alırız. Dinimize uyduğu sürece bu konunun araştırmacılarından da faydalanırız. Ama her şeyin aşırısı zararlıdır. Bunu her zaman aklımızda tutmak zorundayız.
[1]. Furkan Suresi 20. ayet