İnsan Psikolojisini Dengeleyen İki Unsur; Korku Ve Ümit

Kapak Dosya – Ahmet İnal / 2021 Kasım / 108. Sayı

İnsanı kendisi dışındaki mahlukattan ayıran en temel özelliklerden birisi olması sebebiyle duygular insan psikolojisinde çok önemli bir yerde durmaktadır. Hayvanlarda da bir miktar bulunmakla birlikte insanoğlu diğer varlıkların aksine bu nimetle donatılmıştır. Ne var ki birçokları diğer nimetleri ellerinin tersiyle ittikleri gibi bu nimeti de ötelemekten geri durmamıştır. İnsan benliğini tertemiz fıtrattan kaynaklanan duygularına teslim ettiği kadar kâmil bir insan, kalbini ve kulağını da ondan gelen sese kapattığı kadar da sefil bir varlıktır. Yanlış bilinenin aksine Müslüman fert Allah yolunda verdiği mücadelenin çetinliği içinde duygularını bastıran, onları imha eden bir makine değil, tam aksine duygularıyla bütünleşen ve bu nimeti kulluğunun bir parçası haline getiren latif bir varlıktır. 

Müslüman bir şahsiyet için duygular kendisine imanın teslim edilebileceği kadar değerli ve güvenilir bir emanetçidir. Zira bize her şeyi öğrettiği gibi duygularımızı kullanmayı da öğreten Efendimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem“İmanın en sağlam kulpu Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir.” buyurarak insan psikolojisinin en önemli iki unsurunun önemine işarette bulunmuştur. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem başka bir sözünde de “Biriniz kardeşini (Allah için) seviyorsa, ona sevdiğini söylesin.”[1] buyurmuş ve temiz olan duyguları teşhir etmemizi nasihat etmiştir. 

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem duygularını açıklamaktan çekinen insanları bu davranışlarından dolayı kınamıştır. Bir defasında torunu Hz. Hasan’ı öptüğü bir sırada buna şahit olan Uyeyne b. Hısn radıyallahu anh on çocuk babası olduğu halde çocuklarını öpmediğini söyleyince Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem“Merhamet etmeyene merhamet edilmez. Eğer Allah senin kalbine rahmet ve şefkati verseydi sen de benim gibi yapardın.”[2] buyurarak bu duruma olan tepkisini ortaya koymuştur. 

Efendimizden sallallahu aleyhi ve sellem bu hususta tepki alan bir başka kişi ise annelerimizden Aişe radıyallahu anha’dır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem hastalandığı sırada; “Ebubekir’e haber verin insanlara namazı kıldırsın!” buyurmuş bunun üzerine Aişe annemiz; “Ey Allah’ın Rasûlü! Ebubekir yufka yüreklidir, sesi zayıftır, Kur’an okurken ağlar!” deyince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem“Siz kadınlar Yusuf’un kadın arkadaşları-kıssada geçen kadınlar- gibisiniz. Ona emredin, insanlara namazı kıldırsın.” buyurarak tavrını net olarak ortaya koymuştur.[3]  

Netice olarak duygularımız iyisiyle kötüsüyle bizi biz yapan değerlerimizdir. Bu hususta önemli olan duyguları kökünden yok etmek değil Rabbin rızasına uygun olmayan yerlerini ıslah etmektir.   

Psikolojide Korku Kavramı

İnsanların bastırmaya çalıştıkları duyguların en başında belki de korku hissi gelir. Korku ruh ve bedende bazı etkilere sahip olduğu için insana rahatsızlık verir. Tabi olarak hiçbir insan kalp atışlarının hızlanmasını, tüylerinin dikilmesini ve beraberinde gelen baygınlık hissini yaşamak istemez. Bu hisse defaatle maruz kaldığı için de ondan kurtulmanın yollarını arar durur.

Korku anında görülen tepkimeler birbirine yakın olsa da kendisinden korkulan şeyler başka başkadır. Kimisi bir insandan kimisi bir hayvandan kimisi de soyut olan herhangi bir şeyden korkabilir. Sayıları yüzleri belki de binleri bulan bu korku durumları ilgili bilim dallarında sosyal ve psikolojik olmak üzere iki ana başlıkta incelenmiştir. 

İnsanın ruhuna ve davranışlarına etkide bulunması sebebiyle psikolojinin sınırlarına giren korku hissi bu bilim dalına göre her zaman menfi bir nitelikte değildir. Çünkü korku duygusu bazı durumlarda insana sağduyulu davranma ve itinalı hareket etme becerisini kazandırmaktadır. Örneğin trafik cezasından korktuğu için kırmızı ışıkta duran bir sürücü hem kendisine karşı hem de çevresindeki canlı- cansız unsurlara karşı sağduyulu hareket etmiş ve gelmesi muhtemel bir felakete karşı itinalı davranmıştır. Aynı şekilde ateşin yakıcılığından korkan bir kişi de bu korku sayesinde tedbirli davranma yolunu seçmiş ve kendisini yanmaktan korumuştur. İnsana faydası olması sebebiyle bu korkuya “sağlıklı korku” denmiştir.   

Psikolojinin bu konuya dair ışık tuttuğu noktalardan birisi de korkunun asıl itibariyle doğuştan olmayıp sonradan öğrenilmiş olduğudur. İnsanın kendi karakterinde yaratılış itibariyle bir miktar korkaklık hissinin bulunabileceğini de kabul etmekle birlikte birçok korku durumu maalesef yaşadığımız tecrübelerle oluşur ve kökleşir. Ağır bir trafik kazası geçiren kişinin daha sonraları arabaya her defasında korkarak binmesi ya da uçak düşmesi haberlerini izleyen bir kimsenin uçağa bindiğinde tedirginlik hissi duyması bu duruma örnek olarak gösterilebilir. 

Korkunun öğrenilebilir oluşu onun insan iradesinin sınırları içinde bulunduğunu göstermesi açısından önemlidir. Hal böyle olunca insan var olan korkularını dizginleyebilme imkanına ve istediği varlıklardan korkabilme tercihine sahip olacaktır. 

Psikolojide Umut/Ümit

Umut; bir şeylerin iyi gideceğine, düzeleceğine, olumlu şeyler olacağına olan inançtır.  Umut geleceğe dönüktür ve iyi şeylerin olacağı beklentisi içerisinde olmaktır. Umut insanı harekete geçiren güçlü bir duygudur. İnsan hayata dair adımlarını umutla atar, ufuklar umutla aydınlanır, güneşler umutla yeniden doğar. Umut olmadığı zaman hareket durur, eylem biter ve yerini karamsarlık alır. Umutsuz insan susuz bitki gibidir. Yaşam pınarlarından yoksundur ve hayat ondaki anlamını yitirmiştir. Atılacak adım, yürünecek yol kalmamıştır artık. Varılacak bir hedef olmadıktan sonra alınan her nefes israftır onun için. 

Umutsuz insan yürüyen ölüdür. Hayata dair hiçbir beklentisi yoktur. Çünkü o tekrar kazanamamak üzere kaybetmiştir.

Umutsuz insan çorak bir toprak gibidir. Kendisine bir faydası olmadığı gibi başkasına da faydası yoktur. Hatta zararı vardır. İçinde taşıdığı, ruhunu bezediği o his ile çevresindeki umutları tümüyle söndürecek kadar tehlikelidir. 

Umutsuzluk duygusu küçük bir kıvılcımın kocaman bir ormanı yakıp kül etmesine benzer. Bu his bir kimseye sirayet ettiği zaman ondaki tüm pozitif unsurları kökünden kurutur.     

Kur’an’da Korku Kavramı

Korku ve ümit kavramları psikoloji ilminin konusu olduğu kadar Kur’an’ın da konusudur. Ve hatta yaratanın kelamıyla insanı değerlendirmesi açısından en çok Kuran’ın konusudur. Tabii olarak yaratılanı en iyi bilen onu yaratandır. Bu bakımdan her alanda olduğu gibi insanı tanıma ve tahlil etme alanında da birincil kaynağımız Allah kelamı olan Kur’an’ı Kerim olmak zorundadır. Yukarıda değindiğimiz üzere korku, bedenen ve ruhen tesirleri bulunan güçlü bir histir. Bu his insanı tedirgin ettiği ve yer yer iradesini gölgede bıraktığı için neticede bir imtihan sebebidir. Nitekim Kur’an’ı Kerim bu korkuyu tanımlarken birtakım kimselerin kendisiyle imtihan olunduğu bir unsur olarak nitelendirmiştir. 

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 155) 

Ayeti kerimeye dikkat edilecek olursa Rabbimiz korkudan bir şey, bir parça ile imtihan ederiz buyurmuştur. Buradan insanoğlunun korku ile olan imtihanını bütünüyle değil sadece bir cüzüyle olduğu anlaşılıyor. Demek ki insanoğlu korkunun her çeşidiyle ve her derecesiyle imtihan olunsaydı, belki de buna takati yetmeyecekti. Rabbimiz Allah azze celle insanoğluna rahmet ettiği için onun bu husustaki imtihanını kısıtlı tutmuştur. 

Ayeti kerimede dikkatleri celbeden bir diğer husus ise; “sizi kesinlikle imtihan edeceğiz” ibaresindeki “siz” ifadesidir.  

Umumi olarak kullanılan bu ifadeye göre insanların bu husustaki imtihanında mümin kafir, kadın, erkek, genç, yaşlı gibi ayrımlar söz konusu değildir. Allah’ın takdir ettiği herkes yine Allah’ın takdir ettiği kadar imtihan olunacaktır. Korku konusunda mümin ile kafirin arasındaki asıl ayrım dünyada değil hesap günü ve sonrasında gerçekleşecektir. Şu ayeti kerimelerde Allah azze ve celle’nin bahsettiği özelliklere sahip olanların korku ve kederden emin olacaklarını müjdelemiştir.

– Allah azze ve celle’ye hakiki kul olmayı başaranlar;

“Ey kullarım, ayetlerimize iman edenler ve emirlerimize boyun eğenler! O gün size korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceksiniz.” (Zuhruf, 68)

– Allah azze ve celle’ye dost ve veli olanlar; 

“Bilesiniz ki Allah dostlarına asla korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyecekler.” (Yunus, 62)

– Rabbim Allah deyip istikametini bozmayanlar; 

“Rabbimiz Allah’tır” diyen sonra da devamlı bu söze uygun yaşayanlara ne bir korku vardır ne de onlar üzüntü çekeceklerdir.” (Ahkaf, 13)

– İman edip durumlarını ıslah edenler; 

“Biz peygamberleri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve halini düzeltirse onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyecekler.” (En’am, 48)

– Mallarını gece gündüz gizli açık infak edenler; 

“Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık olarak hayra sarf edenler için rableri nezdinde ecirleri vardır; onlar için ne korku olacak ne de üzüleceklerdir.” (Bakara, 274)

Kur’an’da Ümit/Ümitsizlik Kavramı

Ümit var olmak, yeisten uzak durmak, Kuranı Kerim’de müminler için kullanılan önemli vasıflardandır. Ümitsizlik ise inkarcılara uygun gelecek bir nitelemeyle Kuranı Kerim’de yerini almaktadır. Ümitsizlik Allah’a olan tevekkülü gölgeye düşürdüğünden dolayı mümin bir kimse de asla bulunmamalıdır. Gönlünü Allah’a bağlamış bir mümin, düştüğü her darda, girdiği her çıkmazda Allah’tan bir yardım eli uzanacağını kesinkes hisseder. İçindeki bu yakin duygusu onda bir sekinet meydana getirdiği gibi ümitsizlik duygusunu da imanının gücüne göre kalbinden kökünden söküp atar. İşte bu nokta mümin ile kafirin net olarak ayrıldığı mühim bir noktadır. Zira imandan yoksun olan inkarcılar için zorlu dönemeçlerde ne bir sekinet meydana gelir ne de bir ümit duygusu hasıl olur. Kendisine yaslanabilecekleri bir mevlaları da yoktur onların. Bu sebeple karşılaştıkları imtihanları müminler gibi metanetle karşılayamaz kolay bir şekilde yeise düşerek nankörlük yolunu seçerler. Rabbimiz Kur’an’ı Kerim’de onların bu durumlarına işarette bulunarak; “Gerçek şu ki kafir olanlardan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” (Yusuf, 12) buyurmaktadır.

Öte yandan onların tüm nankörlüklerine rağmen yine de kendilerine merhamet kanadı indirilir ve şöyle nida edilir: “De ki (Allah şöyle buyuruyor): “Ey kendi aleyhlerine olarak günahta haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” (Zümer, 53.)

Korku ve Ümit Dengesi 

Korku ve ümit dengesi Müslüman için ayrı, kafirler için ayrı bir vaziyettedir. Kafirlerin ahiret hesabı olmadığı için onların tüm korku ve ümitleri dünyalık namınadır. Ümitleri mal, mülk, dünyalık makam ve mevki elde edebilmek, korkularda bunları kaybetmek adınadır. Oysa Müslüman için durum bambaşkadır. Müslüman yaşadığı dünya hayatı için korku ve ümitler taşısa da onun asıl korkusu ve ümidi ahiret hayatına hastır. Çünkü bu dünyada yaşadıkları geçici bir imtihan, ahiretteki ise kalıcı ve sonsuz bir hesaptır. Öte yandan Müslüman şahsiyet, ahiret adına bu duyguları taşımakla birlikte dengede tutmakla da mükelleftir. Zira bunlardan birisinin gerektiğinden ağır basması dengeyi bozacaktır. Ahiret hesabı adına taşıdığı korku fazlalaşırsa Allah’a olan itimadı, rahmetine olan güvencesi sarsılacak; ümidi fazlasıyla ağır basacak olursa da ahirete ve azaba olan korkusu da hafifleyecek ve böylelikle amellerinde gevşeme meydana gelecektir. Alimlerimiz bu hassas dengeyi “beyne’l-havfi ve’r-raca” yani “korku ile ümit arasında olmak” şeklinde tarif etmiştir. Allah’ın bağişlamasını yakinen hissedecek kadar ümit var olmak, günahlarının altında ezilmeyi unutmayacak kadar da korkuyla dolmak arzu edilen dengedir.  İmam Tahavi bu hususta şunları söylemiştir: “Kendini garantide görmek ve ümidi tamamen kesmek kişiyi İslam dininden çıkarır. Ehli Kıble için ise doğru olan yol bu ikisi arasındadır.”.

Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de “Mümin, Allah katında olan azabı bilmiş olsaydı, hiç kimse cennete göz dikmezdi. Kâfir de Allah katında olan rahmeti bilmiş olsaydı, hiç kimse cennetten ümidini kesmezdi.”[4] buyurarak gözetilmesi gereken dengeyi izah etmiştir.


[1]Ebu Davud, Edeb, 122, (5214)

[2]Buhari, Edeb, 18

[3]İbni İshak, s.709; İbni Hişam, IV, 230

[4]Müslim, Tevbe 23, (22755)