Mümineler Nidalar – Muhammed Sadık Türkmen / 2022 Temmuz / 116. Sayı
“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olursanız sapan kimse size zarar vermez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, yaptıklarınızı size haber verecektir.”
(Maide, 105)
Allahu Teâlâ İslam’ı insanların hayatlarında yaşansın ve bu yaşayışla hem dünya hayatlarını hem de ahiretlerini ihya etsin diye gönderdi. İlk insandan kıyametin kopacağı saate kadar insanlar arasında İslam ve cahiliyenin yeryüzüne hakimiyeti kavgası devam edecektir. Geçmiş, hali hazır ve gelecekte bu savaşın bitmeyeceği aşikâr olduğuna göre Müslümanın Allah’ın dinine hizmet etmekte doğru bir tavır içinde olması ve doğru yerde durması gerekir.
Müslüman hiçbir zaman “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” tavrı içerisine giremez. Çünkü bu düşüncede olan bir toplumun ayakta duramayacağı ve yıkılacağı muhakkaktır. Toplumların çökmesine vesile olan faiz, zina, haksız yere adam öldürme, eşyanın değerli olup mananın bozulması gibi sebepler çoğalınca salih bir Müslüman “banane” diyemez.
Kur’an-ı Kerim’de adı geçen peygamberlerin hayatlarını inceleyen bir kişi hemen bu peygamberlerin muhataplarının müşrik ve haddi aşan kişiler olduğunu görecektir. Yine peygamberlerin o topluma karşı mücadelesini, onları Allah’a davetini, bu davetteki ısrarını görecektir. Musa aleyhisselam’ın kavminin yeni doğan bebekleri boğazlaması, Şuayb aleyhisselam’ın kavminin açıkça ticari hileler yapması, Lut aleyhisselam’ın kavminin daha önce hiçbir toplumda müşahede edilmeyen erkeğin erkeğe yaklaşmasını sürdürmeleri… ve daha nice isyan girişimleri peygamberleri davet sahasından çekmemiş, davetlerinde sebat etmelerine engel olmamıştır.
Allah Teâlâ’nın göndermiş olduğu son şeriatın sahibi olan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz bu konuda tüm peygamberlerin inşa etmiş oldukları binadaki son tuğlayı itinalı bir şekilde yerine yerleştirmiştir. O’nun mücadelesi son şeriata muvaffak olan bizler için bir aydınlatma feneri mesabesindedir. Günümüz Müslümanı dini hakkında bir konuda karar vereceği zaman elbette önünde iki cihan güneşinin siretini bulacak ve ona göre hareket edecektir. Burada Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin davet ile ilgili birçok hadisini sunma ihtiyacı duymuyoruz. Sadece Ebu Eyyub el-Ensari radıyallahu anh İstanbul surlarının önüne getiren o ilerlemiş yaşına rağmen deve sırtında aylarca yol almaya onu sevk eden tesirin ne olduğunu bir düşünelim.
Önünde bu kadar büyük bir kültür olan, İslam medeniyeti mensubu bir Müslümanın eli kolu bağlı çaresiz bir şekilde beklemesi veya zorluklar karşısında pes ederek ayetleri ve hadisleri yanlış yorumlaması kendisine Allahu Teâlâ tarafından yüklenmiş sorumluluklarda kaçış yolu vermez. Çünkü Müslüman için bu mesele bir sosyal aktivite mesabesinde değildir. Müslüman bu meseleyi kendisi ve mensubu olduğu ümmeti için bir hayat memat meselesi olarak görür. Bu mesele Müslüman tarafından ihya edilirse ümmetin ihyası ihmal edilirse büyük bir fitne sebebidir.
Rivayet edildiğine göre Ebubekir el-Sıddık radıyallahu anh hutbe okumak için minberde ayağa kalkıp Allah’a hamd ve senadan sonra şöyle buyurdu: Ey insanlar! Siz “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın siz doğru yolda olursanız sapan kimse size zarar vermez.’’ Ayetini okuyorsunuz ancak onu yerli yerine yerleştirmiyorsunuz. Çünkü ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle derken işittim: “İnsanlar münkeri gördükleri halde değiştirmeye çalışmazlarsa Allah azze ve celle’nin azabıyla onları kuşatması an meselesidir…”
Müslüman için asıl kurtuluş diyarı ahirettir. O bu dünyada sürekli mükellefiyetlerini yerine getirmelidir. Tek başına kalsa dahi insanlığa İslam’ı doğru bir şekilde sunma ve anlatma görevinden asla vazgeçmemelidir. Çünkü toplumun düzelmesi ve kendisinin istikamet üzere devam etmesi buna bağlıdır.
Allahu Teâlâ, İsrailoğullarından bir topluluk hakkında şöyle buyurmuştur: “Hani içlerinden bir ümmet: “Allah’ın kendilerini (dünyada) helak edeceği veya (ahirette) çetin bir azap ile cezalandıracağı bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?” dediği zaman onlar (o va’z edenler) de: “Rabbinize özür (dilemeye yüzümüz olsun) için. Umulur ki sakınırlar” demişlerdi. Vaktâ ki onlar hatırlandırıldıklarını unuttular, kötülükten nehyedenleri necâta nail ettik ve zulmedenleri de yapar oldukları fısklar sebebiyle şiddetli bir azap ile yakaladık. Vaktâ ki, nehyolundukları şeylerden dolayı serkeşlikte bulundular, onlara, ‘Zelil maymunlar olunuz!’ deyiverdik.” (Araf, 164-166)
Âlimlerin Ayet İle İlgili Görüşleri
İbni Kesir Rahimehullah Tefsirul Kuran-il Azim’de der ki:
Allahu Teâlâ mümin kullarına nefislerini ıslah etmelerini ve güçleri ve takatleri nispetinde hayır işlemelerini emrediyor. Kullarına, şayet nefislerini ıslah ederlerse yakın olsun uzak olsun fark etmez fesad ehlinin bozgunlarının bir zarar vermeyeceğini haber veriyor. El- Avfi, bu ayeti kerimenin tefsiri hakkında İbn Abbas radıyallahu anhuma’nın şöyle dediğini aktarıyor: Kul kendisine emrettiğim helallerde ve nehyettiğim yasaklarda bana uyarsa kulum bana itaat ettiği müddetçe delalet ehli ona zarar veremez.
İmam Kurtubi rahimehullah şöyle der: Ayeti Kerimenin zahiri sanki insan istikamet üzere ise emri bil maruf ve nehyi anil münkeri yerine getirmesi kendisine vacip değilmiş ve hiç kimse başkasının günahıyla hesaba çekilmezmiş gibi bir manaya delalet etmektedir.
Ancak bu konuda ayetin tefsiri için gelen sünnetten, sahabe ve tabiin sözlerinden oluşan rivayetler tam terine delalet etmektedir…
…iyiliği emreden kimse kendi şahsına zarar gelmeyeceğinden emin ise veya Müslümanlara birliklerini dağıtacak yahut insanlardan bir bölümüne gelecek zarardan emin ise muhatabında gönül rızasıyla kabul edeceği veya zor kullanarak zalimin zulmünden vazgeçeceği biliniyorsa iyiliği emretmek ve kötülüğü engellemek herkese vaciptir. Ancak bu durumlarda sakınılıyorsa “siz kendinize bakın” hükmü yanında durmak sağlam görüştür. Kötülüğü engelleyen kişinin daha önceki bölümlerde de açıklandığı üzere adalet sıfatına sahip olması şart değildir. İlim ehlinden bir topluluk bu görüştedir. Allah daha iyisini bilir.
Şehid Seyyid Kutub Fi Zilali Kur’an da şöyle der:
Eskiden bazı kimselerin anladığı, şimdide bazılarının anlayacağı gibi, ayetteki sorumluluk sınırının açıklanması inanmış kişinin bizzat hidayete erdikten sonra iyiliği emredip kötülüğü yasaklama göreviyle mükellef olmadığı anlamına gelmez. Yine ayetin maksadı, İslam ümmeti doğru yola erdikten sonra, çevresindekiler sapmışta olsalar, Allah’ın kanununu yeryüzünde uygulamaktan yükümlü olmadıklarını belirtmek de değildir.
Bu ayet, fert ve toplum üzerinden, kötülüklerle savaşmak, sapıklığa karşı direnmek ve azınlığa karşı mücadele etmek sorumluluğunu kaldırmamıştır. Kuşkusuz azgınlığın en uç noktası, Allah’ın ilahlığına karşı çıkmak, hakimiyetini gasp etmek, insanları O’nun koyduğu yasalar dışındaki şeylere boyun eğdirmektir. Üstelik bu öyle bir kötülüktür ki; devam ettiği sürece ne bireyin doğru yolda oluşu ne de toplumun hidayet yolunda oluşu bir yarar sağlar…
Allah’a yemin ederim ki bu din, gayret ve cihad dışında başka bir yolla ayakta duramaz. Yorgunluğu ve mücadeleyi göze almadan onu yerleştirmek mümkün değildir. Bu dinin ,tüm çabalarının insanları dine döndürmek ve kula kul olmaktan çıkarıp, tek Allah’a kul olmalarını sağlamak yolunda harcayarak, yeryüzünde ilahi otoriteyi sağlayacak, egemenliğe el koyanlardan bu yetkiyi alacak, Allah’ın şeriatını insan hayatında uygulayacak, insanları bu şeriata yöneltecek ve kendini bu şeriata adayacak insanlara ihtiyacı vardır. Bu insanlar, sözden anlayan ve aydınlanmaya ihtiyaçları olan şaşkın kimseleri güzellikle yola çağıracaklar, insanları hak yoldan alıkoyan, Allah’ın dinini ve şeriatını yürürlükten kaldırmaya çalışan sapık güçlere karşıda kuvvete başvuracaklardır.
İşte ancak bundan sonra –önce değil- inananlar üzerindeki sorumluluk kalkar. Sapıklık içerisinde bocalayan kimselerde, Cenabı Hakkın huzurunda hak ettikleri cezalarına kavuşurlar. Çünkü: “Hepinizin dönüşü Allah’adır ve O size yaptıklarınızı bildirecektir…”
Ayet İle İlgili Mülahazalar
İyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek konusunda Müslüman çok dikkatli hareket etmek zorundadır. Her şeyden önce topluma yaşantısı ile örnek olmak gerekir. İnsan kendi kusurlarıyla ilgilenip onları düzelterek dahi bir nevi davet yapmış olur.
Müslümanın enerjisini en önemli noktaya yönlendirmesi gerekir. Çünkü gereksiz sayılabilecek şeylerle vakit harcamak davet noktasında kayıp sayılır. En önemli nokta tüm münkerin kaynağı olan şirki yeryüzünden kaldırıp tüm hayırların kaynağı olan kitabullahı hayata hâkim kılmaktır.
Şair Sezai Karakoç şöyle demiştir:
İlham hazır, yeter ki sen, ruhunu saflaştırarak mı, çaba ve çalışmayla mı?
Belki de her üçü de gerekli.
Sen zaten o gerekli çileyi çekmektesin. Ama o çilenin şuurunda değilsin, daha doğrusu, o çilenin anlamına ermeğe yanaşmamaktasın. Öyleyse ilk iş olarak ne durumda olduğunu, hangi felaketlere uğradığını bir, iyi düşünmen gerekir.
Sonra da ruhunu yabancı ayrık otlarından temizleyen. Allah’a, Kur’an’a dönecek şekilde arıtman.
En sonra da gerek atalarından kalan kültür mirasıyla yeniden bir ilgi köprüsü kurmanı gerekse doğu ve batı kültürlerinin en derin anlamlarına ermeni sağlayacak çalışma ve didinmelere girişmen.
Ruhunu, zihnini, zekanı ve hafızanı diriltmen içinde sönmüş olan aşk ateşini alevlendirmen bunlar gerekiyor. Tek kişi olsa bile yapacağın iş budur. Ölümle doğum arasına gerilmiş hayat ağının her saniyesi, bu hedeften seni ayırmayacak bir şuurla örülü olmalıdır.
Kişiler belki teker teker ezilebilirler, ama onları birbirine bağlayan inançlar, düşünceler, ülküler yaşamaya devam eder.
Hele bu inançlar, ülküler ve düşünceler hakikatten kaynağını alıyorsa, onları hiçbir zulüm öldürmeye güç yetiremeyecektir.
Öyleyse, sen ölsen bile, yaşayacak olan ve yaşamasıyla seni de öldükten sonra bile hakikat anısında ve zikrinde yaşatacak olan ülkün uğruna her türlü güçlüğe katlanmana değer.