Kapak Dosya – Yusuf Yılmaz / 2022 Temmuz / 117. Sayı
Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz:
“…Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, akrabasına iyilik etsin!..” buyurmuştur.
İbni Kayyım rahimehullah “Cenab-ı Hak bir kuluna yardım etmeyi murad ederse ona vakitle yardım eder. Vakti ona kullanışlı hale getirir. Ancak kim içinde şer murad etmişse o kişinin vaktini daraltır. Her ne zaman bir yola çıkmak için hazırlansa vakti buna müsaade etmez.
Ahir zaman diliminde yaşayan biz Müslümanlar için zaman nimeti, Rahmanın hayır murad ettiklerinden mi yoksa şer murad ettiklerinden mi olduğumuzun bir kıstasıdır. Özellikle her birimiz vakit nimeti ile sınanmaktayız. Davetçilerin elleri arasına bırakılmış bu nimeti hoyratça kullanmaya asla lüksleri yoktur. İnsanların küfürde ve şirkte sınır tanımadıkları, salihlerin ayaklarının kaydığı bu zamanda vakti zayi etmemek gerekir. Bununla birlikte davet sahasında etkili bir çalışma ortaya koymak için şu 2 altın kurala dikkat etmemiz önemlidir;
Doğru Hedef
Zamanı Verimli Kullanma
Zaman mefhumunun hızlı akması nedeniyle özellikle ferdî davet çalışmasında muhataplarımızı belirli bir önceliğe göre belirlememiz gerekir ki az vakitte, verimli sonuçlar almış olalım.
Burada da davetimizde öncelememiz gereken ilk sınıf akrabalarımızdır. Yani bize neseben ve hısımlıkta en yakın olan kimseler… “Önce en yakın akrabalarını uyar…” ayeti iledavetçilerin yönelmesi gereken ilk sınıf…
Peki İslam davetçilerinin akrabalarını öncelemedeki hikmetler nelerdir? Tebliğ çalışmalarına nasıl fayda sağlanır bu durum ile? Bu soruları kısa bir şekilde maddeleyerek açmaya çalışalım.
Davetçilerin, akrabalarını tanımalarından ötürü onlarla ilgili malumat toplamaya gerek yoktur. Bu da davetçiye zaman kazandıracaktır.
Aynı zamanda akrabalar da davetçileri tanırlar. Onlara güven konusunda bir yaşanmışlık vardır. Yine davet açısından bir zaman kazancı söz konusudur. Bir de insan hakikatleri en yakınından duymak ve öğrenmek ister.
İslami çalışmalarda bize sahip çıkacak, destek verecek olan gücü oluşturmuş oluruz. Tıpkı Musa aleyhisselam’ın firavuna gitmeden önce yanına kardeşi Harun’u istemesi gibi. Musa: “Rabbim! Göğsümü genişlet, işimi kolaylaştır, dilimin düğümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar. Ailemden kardeşim Harun’u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl ki Seni daha çok tesbih edelim ve çokça analım. Şüphesiz Sen bizi görmektesin” dedi.(Taha, 29-35)
Aile halkına davet konusunda gösterilecek vefa diğer insanlardan önce gelmektedir. Cömert insan, elindeki nimeti önce en yakını ile paylaşır. Kendisinde olan güzelliğe onların da sahip olmaları, onu ziyadesi ile mutlu eder. Davetçi de inandığı ve yaşadığı İslami hayatı bir nimet olarak bilir ve bunu en yakınları ile paylaşma konusunda cömert olur. Bu da vefanın önemli bir alametidir.
En yakın akrabalara davetin ulaştırılıp iman etmelerine vesile olmak diğer insanlar nazarında davanın inandırıcılık yönünü artırır.
Davetin akrabalara ulaştırılmasının önemini kısaca izah ettikten sonra şu hakikatlere de dikkat etmek gerekir;
Akrabalar içerisinden yaşı küçük olanları tercih etmek daha anlamlıdır. Çünkü;
Yaşı büyük olanlar, tecrübeleri, duydukları, okudukları vs. nedenler ile sabit fikir sahibi olabilirler. Ancak yaşı küçük olanların kökleşmiş düşünceleri yoktur.
Yaşı küçük olanların meşguliyet ve sorumlulukları yaşı büyük olanlara oranla daha azdır.
Yaşı küçük olanların nasihati dinleme, anlama ve kabul etme süreçleri daha hızlıdır. Davet süreci için çok zaman harcanmaz.
Yaşı küçük olanların heyecanları ve fedakarlıkları yaşları büyük olanlara göre daha fazladır.
Yaşı küçük olanlar yenliğe ve gelişime açıklardır.
Davetçi için yaşı küçük olanlar, hayır okları gibidir. Hangi yöne işaret edilirlerse oraya doğru yönelirler. Davetçinin yapmak isteyip fırsat bulamadığı işleri onlar eliyle yapabilir.
İslam davetçileri akrabalarına iyiliği emir ve kötülüğü nehy görevini yaparken yumuşak huylu olmaya daha fazla dikkat etmesi gerekir. Zira bu durum yaşadığımız topraklar içerisinde çok ihmal edilen bir davranıştır. Genellikle davetçiler akrabaları dışındaki insanlara merhametli olup içinde bulunan öfke ve kızgınlığı en yakınına reva görmektedir. Özellikle anne ve babalarına karşı daha acımasız olunmaktadır. Hâlbuki ne Allah Rasûlü’nün ne de diğer peygamberlerin tutumu böyle olmamıştır.
“Kitap’ta İbrahim’i an. Zira o, sıdkı bütün bir peygamberdi. Bir zaman o babasına dedi ki: Babacığım! Duymayan, görmeyen ve sana hiçbir fayda sağlamayan bir şeye niçin taparsın? Babacığım! Hakikaten sana gelmeyen bir ilim bana geldi. Öyle ise bana uy ki, seni düz yola çıkarayım. Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Allah’a âsi oldu. Babacığım! Allah tarafından sana azap dokunup da şeytanın yakını olmandan korkuyorum.” (Meryem, 41-45)
İbrahim aleyhisselam’ın “babacığım” ifadesinde bir incelik, iyilik ve tevazu görülmektedir. İbrahim aleyhisselam babasında imandan önce şefkati harekete geçirmiştir. Şefkat bazen imanın önüne geçebilir. Baba şefkatli olabilir ama iman etmiş olmayabilir. İşte bu şefkat insanın güvenebileceği bir şefkattir. Hikmet sahibi davetçi böyle bir durumdan gafil kalmamalıdır.
Hz. Peygamber aleyhisselam da amcası Ebu Talib’i İslam’a davet ederken davetin bu yönünü dikkate almış ve ona “amcacığım” diye hitap etmiştir.
Kaldı ki bugün aile ve akrabalarımız İslam dinini kabul etmişler ancak farklı fraksiyonlar nedeniyle yalın bir şekilde dini anlama konusunda yanlış düşüncelere girmişler. Ve İslam diye birçok fikir ve amele davet edilmişler. Davetçi bunları da göz önünde bulundurup onlara daveti en güzel şekilde taşımalıdır.
Bunun neticesinde İslam davetçileri üzerlerinde asılı bulunan akrabaya hayrı taşıma sorumluluğu konusunda sünnet-i nebiye yaklaşmış olsunlar.