31 Mart Vakası-4

Tarihin Puslu Olayları – Nedim Bal / 2024 Ocak / 134. Sayı

Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi müminlerin üzerine olsun…

Osmanlı Devleti padişahı Sultan Abdülhamid’in bir darbe ile tahtan indirilmesine sebep gösterilen 31 Mart vakasını incelediğimiz yazı serimizin dördüncüsüne geldik.

İçerden ve dışardan destek bulan muhalifler gün geçtikçe güçlenmiş ve artık son darbeyi indirebilmek için fırsat kollamaktadır. İşte bu ahval içerisinde iken Osmanlının başkenti yani payitahta ansızın bir isyan/kalkışma hareketi başlıyor.

İstanbul’da Büyük Bir Kalkışma Hareketi!

Yeniden meşrutiyetin ilanı ile kurulan hükümetin içinde bizzat yer almasa da İttihat ve Terakki Cemiyeti kurumların içindeki derin nüfuzu sayesinde devlet yönetiminde etkin olmaya başladı. “Eşitlik, hürriyet, adalet, kardeşlik” sloganları ile iktidar olmaya çalışan cemiyet, gücü biraz eline geçirince kendilerine muhalif olan herkese karşı çok acımasız işlere imza atmaya başladılar. Meşrutiyet ilan edilmiş fakat bu sefer ittihat ve terakki zulmü başlamıştı! Oysa özgürlük ve kardeşlik havası içinde her şey çok daha güzel olacaktı (!)

İşte bu ahval içerisinde birden Rumi 31 Mart 1325 miladi 13 Nisan 1909’da Osmanlının başkenti İstanbul’da büyük bir isyan/kalkışma başladı. Bu isyanı görünürde ordu içindeki bazı eski subaylar ile onlara katılan siviller organize ediyordu. Takriben 3000 kişiye ulaşan bu isyancı grup zahiren görünüşte İttihat ve Terakki Cemiyetine ve uygulamalarına karşı bir isyan hareketi gibi ortaya çıktı. İttihatçı olduklarını iddia ettikleri paşaların, subayların, bürokratların derhal görevden alınmaları, mektepli subayların görevlerine son verilip kendilerinin yeniden göreve getirilmeleri ve verdikleri zarardan dolayı genel af ile affedilmeleri gibi bir takım siyasi istekler ileri sürdüler.

İsyanın hazırlığı gece başlamıştı. Asiler tarafından o gün ve gece Taksim’de bulunan Taşkışla’da subaylar hapsedilmiş; ertesi sabah yapılacak harekâtın plânları hazırlanmıştır. Bu arada donanmadaki erlerin de asilere katılımı sağlanmıştır. Asilerin kumandasını Arnavut Hamdi Çavuş, Tüfenkçi Ustası Raif Çavuş, İzmirli Ali, Yenipazarlı Ömer, Gevgilili Bölük Emini Mehmet, Gilanlı Hazım, Yenişehirli Ali, Kırcovalı Selim, Selânikli Enis gibi çavuş ve onbaşılar üstlenmişti.

31 Mart sabahı kışlalarından topluca çıkan asiler, “Şeriat İsteriz!” sloganlarıyla Sultan Ahmet Meydanı’na gelmişler, yolda önlerine çıkan Harbiye mezunu mektepli subayları ortadan kaldırmak istemişlerdir. Mebusân Meclisi önünde toplanan 3000 kişi civarındaki asilere Şeyhülislâm Ziyaettin Efendi ile Ders Vekili Halis Efendi ve Şerif Mehmet Sadık Paşa nasihat etmekle görevlendirilmiş; asiler kendilerine nasihat için gelen heyette bulunan Şerif Sadık Paşayı da öldürmüşlerdir.

Asiler nasihatten ziyade, isteklerinin yerine getirilmesini istemişlerdir. Asiler, Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa ile Harbiye Nazırı Ali Rıza Paşa’nın çekilmelerini, Ahmet Rıza, Hüseyin Cahit, Talat ve Bahaettin Şakir Beyler gibi önde gelen İttihatçıların mebusluktan kovulmalarını, başlarındaki mektepli subayların ordudan atılmalarını, açığa alınmış olan alaylı subayların eski görevlerine yeniden iade edilmelerini ve isyanla beraber yaptıkları zarar ve ziyandan dolayı da affedilmelerini istiyorlardı.

Nitekim, Ziyaettin Efendinin ilettiği bu istekler üzerine hükümet derhâl istifa etmiş, 2. Abdülhamit de Tevfik Paşayı kabineyi kurmakla görevlendirmişti. Tüm bu iyi niyete rağmen asiler durmamıştır. Çünkü asiler, daha önce isimlerini sıraladıkları kişileri yok etmeye kararlıydılar. Bu yüzden her tarafta saldırıya başladılar. Bu arada Lazkiye Mebusu Şekip Arslan Bey, Hüseyin Cahit’e benzediği için öldürülmüş, Mebusan Meclisi Reisi Ahmet Rıza Bey zannıyla Adliye Nazırı Nazım Paşa da aynı şekilde katledilmişti. Bunlardan başka üç mektepli subay ile bir kâtip de öldürülmüştü. Asiler şehirde birçok yeri yakıp yıkarak yağmaladılar. Birçok devlet erkânını ve şüphelendikleri kişileri linç ederek öldürdüler.

İşin ilginç tarafı tüm bunlar olurken payitahtı muhafaza ile görevli Mahmut Muhtar Paşa komutasındaki 30 bin kişilik ‘Hassa Ordusu’ hiçbir şekilde harekete geçirilmediği gibi üstelik bu özel kuvvetlerden bir kısmı isyancılara katıldı. Hadiselerin genişlemesi üzerine “Hassa” ordusunun başındaki Mahmut Muhtar Paşa İngiliz elçiliğine sığındı. (!)

Bu ve benzer isyanları bastırmakla görevli ‘Hassa Ordusu’nun pasif davranışı ile daha da cesaretlenen isyancılar zapt edilemez bir çılgınlık ile birçok gazete ve matbaayı tahrip etmişler ve ellerindeki listeye göre şehirde insan avına çıkmışlardı.

Bu gelişmeler üzerine İttihat ve Terakkiciler, İstanbul’dan ve diğer illerden hareket ederek Selanik’te toplanmaya başladı. Selanik’teki ittihatçıların tepe adamları ile ordu mensupları “meşrutiyet rejimini” tehlikeye sokan bu hareketin ancak silah gücüyle bastırmanın mümkün olacağı kanaatine (!) vardılar.

İstanbul’da Rumi takvime göre 31 Mart 1325, miladi 13 Nisan 1909 günü patlak veren isyan haberi aynı gün Selanik’teki İttihat ve Terakki Cemiyeti merkezine, İsmail Canbulat Beyin “Meşrutiyet mahvoldu!” şeklinde çektiği telgrafla ulaştı. Bu sırada Selanik 11. Redif Fırka Komutanı bulunan Ferik Hüseyin Hüsnü Paşa isyan haberini 14 Nisan 1909 sabahı başkentte bulunan damadı Mustafa Rahmi (Evrenos) Beyden aldığı bir telgrafla öğrendi.

Hüseyin Hüsnü Paşa bu telgrafı emrinde bulunan Erkân-ı Harp Kolağası (Kurmay Kıdemli Yüzbaşı) Mustafa Kemal’e göstererek fikrini öğrenmek istedi. (Mustafa Kemal o tarihte kurmay yüzbaşı idi ve henüz Atatürk adını almamıştı) Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal, İstanbul’dan gönderilen bütün telgrafları inceledikten sonra, başkente kuvvet sevk edilmesi yolundaki fikrini komutanı Hüseyin Hüsnü Paşaya bildirdi. İstanbul üzerine kuvvet sevk edilmesi fikrini 3. Ordu Komutanı Mahmut Şevket Paşa da uygun görüyordu. Aslında Selanik’teki ordu mensuplarına göre, meşrutiyet rejimini tehlikeye sokan bu hareketi ancak silâh gücüyle bastırmak mümkün olabilecekti. Bu arada yapılan görüşmelerden sonra İstanbul üzerine sevk edilmesi düşünülen ordunun başına Hüseyin Hüsnü Paşanın, bu ordunun kurmay başkanlığına da Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal’in getirilmesi kararlaştırıldı.

Selanik’ten İstanbul üzerine yürüyecek olan bu kuvvetlere Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal tarafından “Hareket Ordusu” adı verilmiş ve bu isim tarihe bu şekilde geçmiştir.

Bu arada 14 Nisan günü genel seferberlik ilân edildi. Selanik Redif tümeninin bütün taburları silâh altına alındı. Selanik Redif Alayı Binbaşı Nâki Beyin, Serez Redif Alayı Kurmay Binbaşı Hasan İzzet Beyin komutasında toplandı. Seferberlik çağrısına uyan ihtiyat ve redif askerleri silâhlarını almaya giderken, birçok sivil de gönüllü yazıldı. Bu sırada Serez’de ihtiyatlar, redifler ve Müslüman gönüllülerle birlikte Bulgar ve Rum gönüllüler de Binbaşı Hasan İzzet Beyin kumandası altında toplandı. Manastır’da da heyecanla hazırlıklara başlanmış ve Ohri Millî Taburu Resneli Ahmet Niyazi Beyin kumandasında harekete geçmişti. İkinci Meşrutiyet’in ilânında rol oynayanlardan biri olan Eyüp Sabri (Akgöl) Bey de İstanbul’a yönelik olarak harekete geçenler arasında bulunuyordu.

Osmanlı Devleti sınırları içindeki Müslüman olmayan Rum ve Ermeni topluluklarla müslüman olup başka milletlerden olan toplulukların ortak noktada buluşup bu harekete katılmalarının altında yatan temel sebep; meşrutiyetin tekrar tesis edilmesi neticesinde özerklik kazanarak kendilerinin de devlet yönetiminde söz sahibi olma arzularıydı.

Bu arada 31 Mart olayının patlak vermesi ve İstanbul üzerine mürettep bir ordu ile yürüneceği haberini alan meşrutiyet yanlısı subaylar Selanik’te toplanmaya başladı. Berlin Ataşemiliteri olan Kurmay Binbaşı Enver, Viyana Ataşemiliteri Kurmay Binbaşı İsmail Hakkı, Paris Ataşemiliteri Kurmay Binbaşı Fethi Beyler olayı haber aldıkları gibi görevlerinden istifa ederek, Sofya üzerinden Selânik’e gelmişler ve burada halk tarafından coşkulu bir törenle karşılanmışlardı. 31 Mart Olayı sırasında asilerin baskıları sonucu istifaya mecbur kalmış olan İttihatçılardan Mebusan Meclisi Başkanı Ahmet Rıza Bey, Tanin yazarı Hüseyin Cahit Bey, yine İttihatçılardan Cavit, Rahmi, Talat ve Nazım Beylerle Emmanuel Karassu Efendi de Selânik’e gelmişti. Selanik’te toplanan İttihat ve Terakki Cemiyetinin lider kadrosu burada kısa bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra Çatalca’ya hareket etmişlerdi.

Hareket Ordusu öncü birlikleri 15 Nisan 1909 akşamı Selanik’ten hareket edip, 39 saatlik bir yolculuktan sonra İstanbul Çatalca’ya varmıştı. Çatalca, Selanik ve Edirne’den gelecek olan orduların buluşma noktası idi.

Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal de Hadımköyü’ne kadar olan tren yolculuğuna komutanı Hüseyin Hüsnü Paşa ile birlikte çıkmıştı. Hareket Ordusunun gerçek maksadı anlaşılınca, meşrutiyet yanlısı kesim ve subaylar da Çatalca’ya gelip Hareket Ordusuna katılmaya başladılar.

Hareket Ordusu Komutanı Hüseyin Hüsnü Paşa, Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal tarafından kaleme alınmış olan bir beyanname neşretti. Gazetelerde yayınlanan bu beyanname de şu görüşlere yer verilmiştir:

Millet, yıllardan beri zulmeden istibdat kuvvetini parçalayarak meşru Meşrutiyet Hükümeti’ni kurdu. Bu durumdan rahatsız olanlar ve eski hale geri dönmek isteyenler bin türlü hile ve alçaklığa başvurarak meşru Meşrutiyet Hükümeti’ni yaralamak istedi. Bunlar, bütün insanlık âleminin lanetlediği İstanbul faciasına sebep olarak masum kanlar döktü.

Millet, hayat ve geleceğinin yegâne dayanağı olan Meşrutiyet’in yaralanmak ve şeriat hükümleri ve milletçe kurtuluş ve saadetimizi içine alan “anayasa”nın ayaklar altına alınmak istenildiğini gördü. (Millet) bu alçakça hareketlere sebep olanları cezalandırmak üzere İstanbul’a yürümeye karar verdi. İlk icra kuvveti olmak üzere Hareket Ordusunu buraya gönderdi.

Hareket Ordusunun maksat ve vazifesi meşru Meşrutiyet Hükümeti’mizin hiçbir kuvvetin sarsamayacağı surette kuvvetlendirmek ve sırf şeriat kuvveti ile desteklenen anayasanın üstünde hiçbir kanun, hiçbir kuvvet olmadığını ve olamayacağını ispat etmek ve meşru Meşrutiyet’imizin yerleşmesinden memnun olmayan vatan ve millet hainlerine son ve kesin bir ders vermektir.

Fazilet heyeti olan ulema iftiharımız, baş tacımızdır. Fakat hainlikle adî ve şahsî menfaat elde etmek maksadıyla yalandan ilmiye kisvesine bürünerek ve şerefli İslâm dinini küçümseyip alay konusu hâline getirmekten çekinmeyerek fesat yaymaya kalkışan birtakım hafiyeler, menfaatperestler elbette kanun ve şeriat hükümlerine göre muamele görmekten kurtulamayacaklardır.

Vatanın kurtuluşu ve millî saadetimizin lüzum gösterdiği bu askerî harekâtımız esnasında memleketin dahilî güvenliği ve tam sükûnetini ve herkesin mal ve canının korunmasını temin etmek için her türlü tedbirin alınması kararlaştırılmıştır.

İstanbul’da bulunan sefirler ve bütün ecnebilerin huzursuz olmalarına meydan verilmeyecektir.

İstanbul’daki feci isyan olayında kanları dökülen şehitlerin ruhları karşısında hesap vermeye korkanlar, ancak bu kanlı facianın failleri, tahrikçileri ve ortaklarıdır. Bu hakikati herkes bilmeli, telâş ve heyecana kapılmayıp müsterih olmalıdır.

Payitahta yani İstanbul’a doğru yürüyen Hareket ordusunun yayınlamış olduğu bu beyanname açıkça şu anlama geliyordu: “Milleti temsil eden de aynı zamanda millet adına karar veren irade, makam da ancak biziz. Biz ne diyor ne düşünüyorsak aynı şekilde millette öyle düşünmek öyle inanmak zorundadır. Dolayısıyla bin bir zorluk ve kumpaslarla kabul ettirmeyi başardığımız meşrutiyet bu millet için en doğru rejimdir. Bu konu tartışmaya dahi açılamaz. Dolayısıyla meşruti rejimi ve bu rejime göre kurulmuş hükümeti yıkmak isteyenlere asla müsaade edilmeyecek ve bu işin içinde olanlar en ağır şekilde cezalandırılacaktır. (İttihat ve terakki örgütü bu hükümet döneminde oldukça etkindir) Bu dakikadan sonra ülke de hâkim olan güç biziz ve millet adına (!) idareye el koyarak ülkenin geleceğini biz planlayacağız.”

İttihat ve terakki örgütünün, mason localarının, jön Türklerin ve ne kadar Osmanlı idaresine düşman örgüt varsa hepsinin merkezi olan Selanik’ten yola çıkan hareket ordusunun komutanı Hüseyin Hüsnü Paşa ve Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal tarafından yayınlanan bu ültimatom İstanbul’da (payitahta) çok büyük şaşkınlık meydana getirdi. Beyannamenin gazetelerde neşri üzerine Hassa Ordusu komutanı Nazım Paşa ve bazı komutanlar Hareket Ordusuna silâhla karşı konulmasına dair padişaha teklifte bulundu. Ancak, 2. Abdülhamit bu teklif üzerine; “Paşalar! Ben askerimin arasında kan dökülmesini istemem.” diyerek bu teklifi reddetti.

Hareket ordusunun gerçek niyetini gizlemek, zaman kazanmak ve ortamı yumuşatmak adına Cuma selâmlığının yapıldığı gün Mahmut Şevket Paşa, padişaha bir telgraf gönderdi. Mahmut Şevket Paşa bu telgrafında da daha önceki telgraflarında olduğu gibi padişaha bağlılığını tekrarlıyordu. Mahmut Paşa bu telgrafında ayrıca, “bazı fesatçıların padişahın Rumeli’den gelen ordu tarafından hal edileceği (tahtan indirileceği) söylentilerini yaydıkları, bu söylentilerin aslı esası olmadığını belirtilerek gelen ordunun aslında Kanun-ı Esasi’yi ve padişahı korumak amacında” olduğunu vurguluyordu.

Mahmut Şevket Paşa, aynı gün Sadaret makamına da bir telgraf göndererek, yukarıdaki fikirlerini tekrarladı ve bunların gazetelerde yayınlanmasını ve yabancı ülke elçiliklerine de tebliğ edilmesini istedi.

Mahmut Şevket Paşa, Yeşilköy’e geldikten sonra icra edilecek harekâtta ordu ve donanmanın komutasını da üzerine almıştı. İstanbul’a gönderdiği telgrafında bu durumu da bildirdi. Bu arada Osmanlı donanmasında görevli olan subaylar da Hareket Ordusunun emrinde olduklarını belirtiyorlardı.

Hareket Ordusu bundan sonra görevini tamamlamak üzere 23-24 Nisan 1909’da İstanbul üzerine yürümeye başladı. 1. Mürettep Fırka Kurmay Başkanı Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal 23 Nisan günü Davutpaşa kışlasının ordu tarafından ele geçirilmesi esnasında görevinin başında idi. Beşiktaş sırtlarında meydana gelen çatışmalarda Topçuların da desteğiyle asiler dağıtıldı ve pek çoğu Anadolu yakasına geçerek firar ettiler. 25 Nisan sabahı Selimiye Kışlasının da ele geçirilmesiyle İstanbul’da denetim ve kontrol büyük ölçüde sağlanmış oldu. Bu esnada çıkan çatışmalarda 49 kişi ölmüş, 86 kişi yaralanmıştı, asilerden ise 400 civarında kişi ölürken 700’den fazla kişide yaralanmıştır.

Hareket Ordusu Komutanlığı, 25 Nisan 1909 günü İstanbul halkının sükûnet içinde konulan kurallara uymalarını isteyen bir bildiri yayınladı ve sonrasında da sıkıyönetim ilan etti.

-Devam Edecek İnşaallah-