31 Mart Vakası-3

Tarihin Puslu Olayları – Nedim Bal / 2023 Eylül / 130. Sayı

Meşrutiyetin İlanına Giden Süreç

Osmanlı Devleti’nin idari kurumlarını habis bir ur gibi saran masonlar ile batı hayranı gaflet ehli idari kadrolar bir an önce meşrutiyetin ilan edilmesini istiyorlardı. Avrupa devletlerinin meşruti bir rejimi istemelerinin en büyük sebebi, gayri müslimlerin ve Müslüman azınlıkların önünün açılarak birtakım imtiyazlar/ayrıcalıklar elde etmelerini sağlamaktı. Böylece elde edilen bu imtiyazlar ile gayri müslimler ve diğer azınlıklar kışkırtılarak bağımsızlık/özerklik talep edebileceklerdi. Bu da Osmanlı Devleti’nin adım adım parçalanması anlamına geliyordu.

Dışardaki açık düşmanın nihai hedefi bu iken asıl darbe içerdeki gaflet ehli idareci kadro ve bunlara ayak uyduran askeriye, ilmiye ve aydın kesimden geliyordu. Bunlara göre meşrutiyet rejimi ilan edilince özgürlük (!) gelecek ve tüm ekonomik, içtimai, fenni, askeri sorunlar çözülecekti (!)

İzzeti Kafirin Yanında Arayanlar!

Aslında bu sakat anlayışın uzantılarını günümüzde de görmek pek mümkün. O gün nasıl ki; Avrupa emperyalist devletlerinin “eşitlik, hürriyet, adalet, özgürlük, medeniyet” vaatlerine kanarak Osmanlı Devleti’nin üzerinde ameliyat yapılmasına razı olan gaflet ehli Müslümanlar olmuşsa maalesef bugün de büyük şeytan Amerika’nın “size özgürlük getireceğiz, size adalet getireceğiz, size demokrasi getireceğiz” vaatlerine aldanarak kendi öz vatanlarını kafir emperyalistlerin işgaline açmış ve onlarla iş birliği yapmaktan çekinmemiş gaflet ehli Müslümanlar (!) olmuştur. Bu durumun en acı örneği Irak ve Afganistan’dır. Irak ve Afganistan’da gaflet ve dalalet ehli kimseler de büyük şeytan Amerika’nın “özgürlük (!)” vaatlerine kanarak ülkelerinin baştan sona işgal edilmesine; zulüm, işkence, tecavüz ve gözyaşlarına boğulmasına; çoluk, çocuk, kadın, genç, yaşlı milyonlarca insanın katledilmesine sebep olmuşlardır.

Geçmişte Anadolu’da yedi düvel kafirin işgaline karşı direnen yerel Kuvâ-yi Milliye hareketleri gibi bugün de aynı şekilde Afganistan’da, Amerika ve yirmiden fazla devletin ve onlarla iş birliği yapan yerli uşakların işgaline karşı direnen izzet sahibi yerel Kuvâ-yi Milliye hareketleri Taliban çatısı altında birleşerek Afganistan’ı gerçek özgürlüğe ve bağımsızlığa kavuşturmuşlardır Allah’ın izniyle. Bugün Afganistan’da izzet sahibi dindar yerli halkın direnişi tüm mazlum coğrafyalara bir umut olmuştur. Darısı gavurların ve onların uşaklığını yapan yerli işbirlikçilerin işgali altında inim inim inleyen diğer mazlum Müslümanların başına olsun inşaallah.

Konumuza dönecek olursak; Meşrutiyetin ilanına karşı ayak direyen Sultan Abdulaziz, devleti saran mason ve batı hayranı kadro tarafından tahtan indirilmiş ve yerine mason 5. Murat geçirilmişti. Bu hadiseden birkaç gün sonra da Sultan Abdulaziz feci şekilde katledilmiştir. Sultan Abdulaziz’in hunharca katledilmesi ve akabinde yaşanan olaylardan etkilenen 5. Murat’ın akli dengesini iyice kaybetmesi sonucu o günkü şartlarda devleti kendince yönetmeye çalışan derin kadro yeni bir arayışın içine girdi. 2. Abdülhamid o güne kadar saray işleriyle pek fazla alakadar olmayan, kendini ilme ve mesleğe veren kendi halinde içine kapalı bir kimse idi. Bu sebeple planladıkları yeniliklere engel olmayacak ve suya sabuna dokunmayacaklarını umdukları 2. Abdülhamid ’e yöneldiler. 

Devlet içindeki bu derin kadronun en kudretli ismi olan Sadrazam (Başbakan) Mithat Paşa, 2. Abdülhamid’e giderek meşrutiyeti ilan etmesi şartıyla kendisini padişah yapacaklarını beyan etti. 2. Abdülhamid bu şartı kabul etti. Böylece Osmanlı Devleti’nin 34. padişahı ve 113. İslam halifesi olarak tahta geçti. Fakat tahta geçip yetkiyi eline aldıktan sonra hazırlanan Kanûn-i Esâsî (Anayasa) metnine çok önemli birkaç madde ilave edilmesini şart koştu. Ancak bu maddeler metne girdikten sonra Meşrutiyeti ilan etti. (Bu maddeler daha sonra yapacağı hamleler için çok önemli idi)

Böylece yeni Kanûn-i Esâsî’ye göre yapılan seçimlerden sonra 19 Mart 1877’de Meclis-i Umûmî açılmıştır. (Meclis-i Meb’ûsan vekilleri ve meclisi ayan üyelerinin ortak meclisine Meclis-i Umûmî denir.)

Azınlık ve gayr-i müslim unsurların çoğunlukta olduğu Meclis-i Meb’ûsan, birinci dönem çalışmalarını bitirerek, 28 Haziran 1877’de dağıldı. İkinci devresi 13 Aralık 1877’de başlayıp, 16 Şubat 1878’e kadar süren bu meclisde; Rum, Bulgar, Romen, Ermeni, Yahudi, Sırp gibi gayr-i müslim meb’ûslar (milletvekilleri) olduğu gibi, Müslüman fakat başka milletlerden olan azınlıklara ait meb’ûslar da vardı.

Bu sırada Osmanlı-Rus harbi başladı. “Eşitlik, hürriyet, adalet, kardeşlik, medeniyet gelecek, her şey daha güzel olacak” sloganlarının gölgesinde ilan edilen meşrutiyetten sonra oluşturulan Meclis-i Meb’ûsanda, devlet ve millet faydasına olacak kararlar alınması beklenirken tam tersine memleketin durumunu daha çok tehlikeye sokacak faydasız tartışmalar yapılıyor ve ayrılıkçı fikirler ileri sürülüyordu.

Bir taraftan Ermeni patriği Narses, Rus çarına başvurarak Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermenistan devletinin kurulması için yardım yapılmasını istiyordu. Diğer taraftan bazı azınlıklara mensup Müslüman vekiller ise temsil ettikleri bölgelerin özerk/bağımsız olma fikirlerini açıkça savunuyorlardı.

Vatanı savunması gereken meclisin gayri müslim unsurları Rus harbi esnasında yaptıkları faaliyet ve söylemlerle adeta Rusya hesabına çalışıyordu. Netice de Rus harbi kaybedildi.

Durumun Osmanlı Devleti’nin geleceği açısından tehlikeye gittiğini gören, Sultan İkinci Abdülhamid, daha önce anayasa metnine koyulmasını şart koştuğu maddeye dayanarak Meclis-i Meb’ûsânı 13 Şubat 1878’de süresiz tatil etti. (Hazırlanan Kânun-i Esâsî’nin bu maddesine göre padişah olağan üstü durumlarda meclisi tek başına feshetme yetkisine sahipti)

Böylece 1 yıl 1 ay 21 gün süren Birinci Meşrutiyet dönemi sona erdi. Fakat Kanûn-i Esâsî kaldırılmadı, meb’ûsların vazifeleri sona ermesine rağmen, Âyân meclisi üyelerinin vazifelerine son verilmedi. Sultan Abdülhamid, yürürlükte olan Kanûn-i Esâsî’nin uygulanmasını otuz sene beş ay dokuz gün askıya aldı.

Bu müddet içinde çeşitli bahanelerle Avrupa’ya kaçan Jön Türkler ile Sultan Abdülhamid Han’a karşı çıkan tüm muhalifler, Kanûn-i Esâsî’nin yeniden yürürlüğe konularak Meşrûtiyet’in ilân edilmesi için birçok faaliyetlere giriştiler. İstanbul’da İttihâd-ı Osmânî adıyla kurulan, Mülkiye, Harbiye ve Tıbbiye talebeleri arasında yaygınlaşan cemiyet, Pâdişâh’a ve Bâb-ı Âlî hükümetlerine karşı harekete geçti.

Meşrutiyetin Kaldırılmasından Sonra Yaşananlar

Avrupa’daki Jön Türklerle irtibat kuran İttihâd-ı Osmânî cemiyetinin zararlı faaliyetleri tespit edilince dağıtıldı. Takip edilince üyelerinin büyük bir kısmı yurt dışına kaçtı. Paris, Napoli, Cenevre ve Londra’da çıkardıkları gazete ve dergilerle hükümet aleyhine ve meşrutiyetin ilânı lehine yazılar yazıp bu gazeteleri Avrupalı kurumlar üzerinden gizlice yurda soktular. Daha sonra İttihat ve Terakkî adını alan İttihâd-ı Osmânî cemiyeti yurt içinde ve yurt dışında gizli şubeler açarak Sultan Abdülhamid Han’a karşı komitacılık faaliyetlerine giriştiler.

İlk kongresini 1902’de Paris’te yapan İttihat ve Terakkî’nin bu kongresine Jön Türkler, Prens Sabahaddin ve taraftarlarıyla, Sırp, Bulgar ve Ermeni komitacı reisleri katıldılar. Meşrûtiyetin ilanı için iş birliği yapmak ve Osmanlı Devleti’nde milliyetlere göre mahallî muhtariyetlerin/bağımsız bölgelerin kurulmasını sağlamak gibi hususlarda görüş birliğine vardılar. Gerek fikri gerekse maddi olarak kökü dışarıdan destek bulan tüm bu cemiyetlerin hepsinin ortak düşmanı meşrutiyeti ortadan kaldırıp kendilerini yönetime ortak etmeyen 2. Abdülhamid idi. Dolayısıyla ne yapıp edip tahttan indirilmeliydi. O olduğu sürece asla arzu ettikleri faaliyetleri gerçekleştiremeyecekleri aşikardı.

Kafirin Değirmenine Su Taşıyan Cemiyet: İttihat Terakki

İttihat ve Terakki (Birlik ve İlerleme) Cemiyeti/fırkası, 1889 da kurulmuş gizli bir cemiyettir. Sloganları; eşitlik, hürriyet, kardeşlik ve adalettir. Bu cemiyetin yurt dışındaki merkezleri Paris, yurt içindeki merkezleri ise Selanik olmuştur. (Bu basma kalıp slogan bilindiği gibi 1789 Fransız devriminde ortaya çıkan meşhur slogandır. Yahudi/Masonik teşkilatların örgütlediği Fransız devrimi esnasında halkın desteğini arkalarına alabilmek için ortaya attıkları bu içi boş sloganlar günümüzde hâlâ aynı çevreler tarafından özellikle saf Müslümanları aldatmak için etkin olarak kullanılmaktadır.)

İttihat ve Terakki Cemiyetinin en önemli özelliği komitacılıktır. Komitacılık legal yollarla çözülemeyen hususları illegal/gayri meşru yollarla çözmek için yapılan her türlü faaliyettir. Yalan haberlerle algı oluşturma, toplulukları manipüle ederek kargaşa ve ayaklanmalar tertip etme, siyasi ve askeri rakiplerine kumpas kurarak saf dışı bırakma, rakiplerini gizli veya açık tehdit ederek yıldırma veya bizzat öldürerek ortadan kaldırma gibi farklı faaliyetler İttihat ve Terakki Cemiyetinin en belirgin faaliyetleriydi. İttihatçılık bir nevi devlet içinde devlet olma halidir.

Aslında bu durum günümüzde hiç de yabancısı olmadığımız bir durumdur. Irak’ da Kesnizani, Pakistan’da Tahir-ul Kadri, Türkiye’de Fetö gibi yerli ve milli (!) gözüken ama kökü ve başı dışarıda olan ve emperyalistler lehine çalışan örgütler günümüzde de varlığını devam ettirmektedir.

İttihat ve Terakki fırkasının temel amacı; istibdat/baskı/diktatörlük dedikleri rejimin yıkılması ve meşrutiyetin yeniden ilan edilmesiydi. Böylece padişahın yetkileri sınırlandırılacak ve seçilmiş bir parlamento oluşturarak ülkeyi istedikleri gibi yönetebileceklerdi.

Tüm bunların gerçekleşmesi için de Sultan Abdülhamid’in kesinlikle tahtan indirilmesi gerekiyordu. Bu teşkilat gizli-açık faaliyetleri ile ikinci meşrutiyet ’in ilanında ve 2. Abdülhamid’in tahtan indirilmesinde başrolü oynamıştır.

İngiltere, Fransa, Almanya ve Rusya gibi devletlerin teşvik ve desteğiyle hareket eden ve çeşitli Hristiyan azınlıklarla iş birliği yapan İttihat ve Terakkî cemiyeti, ordudan da kendine destek buldu. Her türlü yalan yanlış propaganda ile yerli Müslüman halkı Sultan İkinci Abdülhamid Han’a karşı ayaklandırmaya çalıştılar.

Rumeli’de İsyan Başlıyor

İttihat ve Terakki Cemiyetinin komitacılık faaliyetleri ile beraber 2. Abdülhamid idaresine karşı ilk fiilî hareketi, Rumeli’de başladı. 3. Ordu subaylarından Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) Resneli Ahmet Niyazi Beyin, yanına asker ve sivil iki yüz kadar gönüllü alarak, 3 Temmuz 1908 tarihinde Resne’den ayrılarak dağa çıkmasıyla ilk hareket başlamış oldu. Niyazi Bey’in arkasındaki akıl ise daha sonra paşa olacak olan Enver paşaydı.

Niyazi Bey, saraya çektiği telgrafta anayasanın (meşrutiyetin) yeniden yürürlüğe konmasını istedi. 2. Abdülhamid idaresine karşı başlatılan bu   hareket kısa sürede bütün Makedonya’ya yayıldı. Saraya bu doğrultuda telgraflar çekildi. 23 Temmuz 1908 tarihinde İttihat ve Terakki Cemiyeti kendiliğinden Ferizovik, Manastır ve Selanik’te Meşrûtiyeti ilân etti. Rumeli’de büyük gösteriler tertiplendi. İttihat ve Terakki cemiyeti ve diğer cemiyetler ülkenin her yerinde gösteri ve ayaklanmalar tertip ettiler.

Kardeş kanının dökülmesini istemeyen, idaresi altında yaşayan insanların huzur ve sükûn içinde yaşamasını arzu eden Sultan İkinci Abdülhamid Han, 23 Temmuz 1908’de Kânûn-i Esâsîyi tekrar yürürlüğe koyarak ikinci meşrûtiyeti îlân etti. Saraydan vilâyetlere gönderilen bir emirname ile Kânûn-i Esâsînin yürürlüğe girdiğini belirtilerek, birinci Meşrûtiyet meclisinin kabul ettiği seçim kânununa göre seçimlerin yapılarak meb’ûsların İstanbul’a gelmesini istedi. Meşrutiyetin yeniden ilanı hem Avrupa hem de yerli işbirlikçiler açısından muazzam bir zaferdi. Lakin Sultan Abdülhamid, başta olduğu müddetçe devleti istedikleri gibi yönetemeyeceklerini çok iyi biliyorlardı. Bu nedenle Sultan Abdülhamid’i tahtan indirmenin bir yolu bulunmalıydı.

-Devam Edecek İnşaallah-